8 Mart’ı beklerken

Hiç yaşamadığımız çocukluğumuz mu ara sıra düşüyor usumuza... Ondan mı yüzümüz gülüyor, elimiz misketlere gidiyor. İki parmak arasında ha işte vurdum seni... Kuyuya gir, bir karış uzat, atış benim, bir kere daha çat işte vurdum! Bir misket borçlusun. Üttüm mü, ütüldüm mü meselesi. Sonra yeniden misketlerin paylaşımı ve oyunun tekrarı.

Sonra yeniden hüzün! Bıkkınlık, yılgınlık ve kalabalıklar içerisindeki yalnızlığımız, dikiliyor karşımıza. Yüzümüz gülerken kim bilir içimizin kan ağladığını, kim bilir korkularımızı, yanlızlıklanmızı, sevgilerimizi, nefretlerimizi.. Yaşam biraz da gizlemek değil mi duyguları, yoksa alaşağı olurdu bu sömürü düzeni kendimizi dağlara vursak.

Ne çok yazılacak konu var ve ne çok zamansızlık, yalnızlık.

Gazeteleri okurken, haberleri izlerken yüreğimiz bir gevşiyor bir kasılıyor. Her yan kan revan içinde. Birileri çıkıpta yeter artık nedir paylaşamadığınız demiyor, diyemiyor. Artık barış zamanı... Herkesin bir değil on kere, yüz kere, bin kere oturup düşünmesi lazım. Düşünüp çözüm üretmesi lazım. Neyi paylaşamıyoruz, ki zaten paylaşacak ne varki elimizde.

Bütün artı değerinin sömürüldüğü bir ülkede, nedir bu emekçi halkın birbiri ile uğraşması? Sömürülenler belli, sömürenler apaçık ortada iken, uzlaşıp birleşmemiz gerekmiyor mu? Hangi tür savaş olursa olsun kimin işine yarıyor. Bu yokluklar, bu açlıklar, bu sefalet ve yalnızlıklar sürerken neden üç kişiyi yanyana getirdiğimizde iki kişi öteki oluyor ve dışarda kalıyor? İki kişiyi yanyana getirsek biri muhakkak öteki oluyor, neden biz olamıyoruz?

Genelkurmay soruyor siyasi çözüm ne? Siyasilerden tık yok. Öteki ABD istedi harekat bitti diye sızlanıyor.

Bir diğeri, parti toplantısına kendi renklerini içeren türbanlı kadınları yanyana getirerek hem karanlığa ve hemde bölücülüğe göz kırpıyor.

Akıl tutulması buna deniyor herhalde... Milliyetçi düşünceler ha bire birbirlerini beslemek ve büyütmek için yarış içerisindeler. Biri ak diyor, öbürü hemen kara diye tutturuyor. İnsanlık diyen, eşitlik özgürlük kardeşlik diyen yok. Ya da var da sesleri çıkmıyor.

Dünya Rüzgar Enerjisi Birliği Başkanı Doç. Dr. Tanay Sıtkı Uyar, bir nükleer santralın maliyetinin 30 milyar dolar olduğunu, oysa rüzgar santralleri için 1 milyar dolar yatırım yapılması halinde nükleer santralle aynı miktarda enerji üretilebilineceğini söylüyor.

Bir bilim adamının söylediğini iki kere okuyun. 1 milyar nerede, 30 milyar nerede. Ama akıllarını türbanla kapatan bizim siyasi iktidarımız illede nükleer santral diyor başka bir şey demiyor. Çünkü nükleer santral ile yine birileri zengin edilecek. Ülkeyi düşünen yok. Türban dayatmalarıda bundan dolayı,aklı türban içine sokarlarsa sömürüyü daha rahat sürdürecekler ve halkı daha rahat kandıracaklar. Bilim yuvalarına türbanı sokuyorlar ama bilim insanlarının söylediklerine zerre kadar bakmıyorlar. Şimdi söyleyin, illede nükleer santral neden diretiliyor, türban neden diretiliyor.

Çok partili döneme geçtiğimizden beri, politikanın anlamı halkı kandırmak olmuş. Oysa politika halkı daha iyi yönetme sanatı olmalı. Ama bizim iktidarı ele geçiren siyasetçilerimiz bunu halkı kandırma sanatına dönüştürmüşler. Nasıl bir sanatsa! Son dönemdeki kandırma işi türbanla devam ediyor. yok dinimize göre türban gerekli imiş, yok böyle hir şey kadınların eşitsizliğine yol açan ve onları ikinci sınıf vatandaş haline getiren Hirhan, İslam Fıkıhçısı İbn Taymiyya’nın icadı olarak ortaya çıkmıştır.

Fıkıh :İslam hukukunda din ve dünya işleri ile ilgili ana kaynaklardan yararlanarak konulmuş olan kural. Yorum yoluyla türban kuralı ortaya çıkarılmıştır. O zamanki amaç ta köle yada cariyelerden diğer kadınların ayırt edilmesini sağlamaktır. Dinde yoktur. Yorum yolu ile getirilmiştir. Günümüzde bu kuralın ya da yorumun bir geçerliliği kalmış mıdır? Hayır! Özgür toplumlarda böyle bir düşüncenin devam etmesi bizce mümkün olmamalıdır. Ancak halen daha özgür olamayan ve erkek egemen toplumlarda bu düşüncenin devam etmesi zorunlu ve gereklidir. Çünkü kadınların bir şekilde ayrılması gerekmektedir. Saçı örtrnek bir anlamda aklı örtmektir. Eşitliği ve özgürlüğü örtmektir.T oplumun yarısını yok saymaktır.

Vahşi sömürünün devam ettiği dünyamız ve ülkemizde sorun sömürünün ortadan kaldırılması ve insanların özgürleştirilmesi sorunudur ve bu da sınıfsal mücadeleden geçmektedir. Kapitalizim kadının başının açık olup olmadığına bakmaksızın insanları sömürmektedir. Bu sömürüye karşı dur diyebilen kadınlarımız 8 MART DÜNYA (EMEKÇİ) KADINLAR GÜNܒnü kutlamaya hazırlanmaktadır. Bu doğrultuda Söke EĞİTİM-SEN’in 7 Mart CUMA günü saat 17’de Söke NUH BEY Konağında kadınlarla ilgili fotoğraf sergisi açılacaktır.

Sergi fotoğraflarında kadınların türbanlı ya da türbansız yüz çizgilerinde ve gözlerinde, ellerinde yüzyılların sömürü ve acılarını, yalnızlıklarını görebileleceksiniz.

Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın demeyin. Gelin yılana dokunun, Özgürlük, eşitlik ve kardeşlik duygularını çoğaltın.

Önceki ve Sonraki Yazılar