E. TURGUT TEKİN

E. TURGUT TEKİN

ANAYASAMIZ DEĞİŞİRKEN DEVLETİMİZİN TEMEL DÜZENİ

 

Bugünlerde devletimizin temel düzeni ile ilgili bazı düşünceler ortaya atılıyor, politikacılar tarafından ahkamlar kesiliyor. Bazı köşe yazarları ise, herşeyi çok biliyorlarmışçasına çala kalem yazıyorlar. Yazdıklarına kendileri de inanmıyor ya, ama “Hala hatırın kalmasın!” diye yazıyorlar. Zaten yazdıklarını okuyanlar yok!..

Bu yazımda, devletin temel düzenini oluşturan şu üç esas nokta üzerinde duracağım:

1- Yasama gücü nedir?

2- Yürütme gücü nedir?

3- Yargı gücü nedir?

Başbakanın yakındığı, “Kuvvetler Ayrımı” denen bu üç temel ilke nedir ve nasıl oluşuyor. İktidarda olan partinin başbakanları neden buna karşı çıkıyor da, başkanlık sistemini istiyorlar? Bu yazı dizisi içinde bu konuları bir öğretmen gözü ile yansız ve sade bir biçimde halkımızı bilgilendirmek amacıyla yayınlayacağız.

A- OSMANLI DÖNEMİNDE

Osmanlı döneminde mutlakiyet ile yönetilen devlette bu üç kuvvet nasıl uygulanıyordu? Önce bu sorunun yanıtını araştıralım. O günü bilmeden, bugünü anlamak mümkün olamaz! Öyle ise önce Osmanlıyı inceleyelim.

OSMANLI DEVLETİNDE

EGEMENLİK KULLANILMASI

Egemenlik yetkisine sahip olan padişahlar, bu yetkiyi kullanırlardı. Devletin kurulduğu ilk yıllarda, padişahların yetkilerine müdahale edebilen belli toplumsal kesimlerde güçlü kişiler vardı. Bunlar ya devletin kuruluşunda büyük hizmetleri geçmiş kişilerin ailelerinden gelenlerdi ya da ulemaya mensup değerli devlet admları idi. Osmanlı Padişahları ise bilinçli bir biçimde otoritelerini durmadan arttırmak yoluna girmişlerdi. Dünyadaki ilk profesyonel ordu sayılan “Yeniçeri Ocağı’nın kurulup doğrudan padişaha bağlanması, yukarıda söylenilen güçlü ailelerin nüfusunu kırmakta büyük rol oynadı. Kul sisteminin geliştirilmesi padişahın otoritesini iyice artırdı. Bu çerçeve içinde mutlak egemenliğe sahip padişahın yetkilerini arttırdı. Bu yetkileri şöyle inceleyebiliriz.

PADİŞAHIN YETKİLERİ

Padişahın yetkilerini şu üç ana kuvvet oluşturuyordu:

1- Yasama Yetkisi,

2- Yürütme Yetkisi,

3- Yargı Yetkisi.

Şimdi bu yetkileri padişahlar nasıl kullanırdı? Birlikte inceleyelim:

PADİŞAHIN YETKİLERİ

Padişahın başlıca üç ana yetkileri vardı. Bu üç ana yetki ise devletin temel organlarını oluşturuyordu. Özet biçiminde inceleyelim.

1- Yasama Yetkisi:

Bir İslam devletinin başında bulunan Osmanlı Padişahı, yasama yetkisine sahip miydi? İslam Hukukunda gerekli kurallar Kur’an, Sünnet, İcma ve Kıyas yolları ile konulmuştu. Bu kurallar İslam Hukukunun değişmez yasaları niteliğindedir. Osmanlı Devletinde Sunni İslam Hukuku kurallarını, gücü ne kadar üstün olursa olsun, hiçbir hükümdarın kaldırmaya ve değiştirmeye hakkı yoktur. Bugünkü anlamıyla “hukuk” kavramı içine girmeyen inanç (itikat) ve ibadet kurallarından başka, bütün özel hukuk, ceza hukukunun bir bölümü, yargılama hukuku esas kaynaklarda yer almış ve ulema tarafından inceden inceye düzenlenmiştir. Bu konularda sunni hukukta içtihat yolu ile bir değişiklik yapılamayacağı Hicri III. yüzyılda bir icma ile kararlaştırılmıştır.

Bir İslam devleti olan Osmanlı İmparatorluğu’nda da bu söylenilen kurallar bütün kapsamı ile yaşanmış ve hükümdarın yasama yetkisinin dışında kalmışlardır.

Fakat devletin yaşamını sürmesi boyunca hemen hergün ortaya çıkan çeşitli ihtiyaçlar, İslam hukukunun dondurulmuş kuralları, kalıpları ile doğrudan doğruya ilgili değilse yeni konulacak yasalar ile düzenlenebilmelidir. Bu bir devlet için öylesine büyük bir zorunluluktur ki, şeriatın özüne aykırı olmamak kaydıyla, egemenlik hakkına sahip olan hükümdarlara bu konuda diledikleri gibi davranma yetkisi ulema tarafından tanınmıştır. Devrin uleması şöyle düşünürdü: “Şeriatın düzeni ebedidir. Her zaman var olacaktır. Bu düzeni İslam toplumunda yaşatmak ise siyasi güce sahip olan hükümdarın görevidir. Tanrısal olan İslam düzenini hükümdarın akıl yoluyla koyacağı kurallar geliştirip güçlendirebilir ve hatta koruyabilir. İslam düzeninin sürmesi için sultanlara bu hakkı tanımak gereklidir.” Böylece dini hukuk yanında, hükümdarın iradesinden doğan hukukta geçerlidir.

Şu duruma göre, tanrısal hukuka dokunmamak, ona aykırı davranmamak koşulu ile Osmanlı Hükümdarlarının “Yasama Yetkisi” vardı. Osmanlı Padişahının buyetkisine dayanarak koyduğu kurallara “Örfi Hukuk” deniliyordu. Bu deyimin bugün “örf-adet/gelenek-görenek”le alakası yoktur. Geleneği Osmanlılar daha çok “adet” sözcüğü ile belirtmişlerdi.

YASAMA NEDİR?

Yasama yetkisi “Hukuk” koyma hakkı demektir. Hukuk ise ikiye ayrılır. Devletin üztün gücünü bireye duyuran; yöneten, ceza veren, vergi toplayan, asayişi sağlayan bu gücün işlemesini düzenleyen kurallara yasa veya kanunlar denir. Bu tür hukuka, “Kamu Hukuku” deniyor. Bireyin alım, satım, evlenme, boşanma, miras gibi binlerce çeşit “özel” ilişkilerini düzenleyen kurallardan oluşan hukuka ise “Özel Hukuk” deniyor.

Örfü, şeriata uygun bir kurum olarak tanımayan ulema yanında onu savunanlar çoğunluktadır. Örfü geniş olarak tanımlayan ve işleyen ünlü bilgin Narırüddin Tusi’nin (1201-1247) düşüncelerini Fatih zamanında Tursun Bey (XV. yüzyıl) adlı önemli bir Osmanlı yazarı geliştirmiştir.

Padişahın örfi hukuk koyma yetkisi özellikle ilk dönemlerde çok geniş bir kapsama erişmiş, devlet örgütüyle ilgili pek çok ana düzenlemeler, bu yetkiye dayanılarak yapılmış, ulemadan olan bazı ilk dönem devlet adamları da bu kuralları benimsediklerinden hükümdarın yasama yetkisi giderek gelişmişti. Fatih ve Kanuni’nin örfi yetkilerine dayanarak çıkardıkları “Kanunnameler” devlet düzenine ve yaşamına yüzlerce yıl yön vermişlerdir.

Örfi hukuk kuralları ya doğrudan doğruya padişahın buyruğu ile konur, ya da onun en yüksek rütbeli hizmetlerinden oluşan “Divan-ı Hümayun”da veya başka daya alt divanlarda (bugünkü komisyonlarda) hazırlanarak sultanın onayı ile yürürlüğe girerdi. Kanuni, bir çok kanunu Ebusuut Efendi’ye hazırlatmıştı.

Günümüzde Kılıçdaroğlu ile Başbakan Erdoğan arasında yaşanmakta olan düellonun kaynağı budur. Erdoğan, “Kuvvetler ayrımından yakınarak, yasama ve yürütmeye yargı engel oluyor!” diyerek yargının yetkilerinin kısıtlanmasını ve Başkanlık sisteminin uygulanmasını istemesinin nedeni budur. Kılıçdaroğlu ise ana muhalefet partisigenel başkanı olarak bu istem ve söylemlere karşı çıkıyor. Kılıçtaroğlu, “Erdoğan, padişahta bile olmayan yetkileri istiyor!” yani, “Benim ağzımdan çıkan her sözcük parlamentoda yasa haline gelsin ve yargı buna asla karışmasın, biz işi bildiğimiz gibi yürütelim”

Şimdi bir başbakan yasama ve yürütme yetkisini yargısız dilediği gibi yürütürse ortada “Anayasal düzen ve hukuk devleti” kalır mı? İnsanlar, mutlakiyetten meşrutiyete ve meşrutiyetten demokrasiye ulaşmak için canları pahasına nice çabalar ve emekler harcamışlardır. Egemenlik öyle ucuz kazanılmış değil!

PADİŞAHIN GÖREVLERİ

Çok geniş yetkilerle donatılmış padişahların Türk İslam devlet geleneğinden gelen görevleri vardı. Padişah herşeyden önce Sünni İslam düzenini korumak ve ona aykırı davranmamak zorundaydı. XVII. yüzyıldan sonra kendilerine halifelik sanını da taktıklarından bu zorunluluk daha da kesin boyutlara erişmiştir. Bu nedenle Şeyhülislamlardan yapacakları işe dair sık sık fetva alarak İslama uygun hareket ettiklerini belgelemek istemişlerdir. İmkanların elverdiği ölçüde fetihler yaparak islamı yaymak, ayrıca islam dünyasını Dar ül-Harb karşısında savunmak onların önemli görevlerinden sayılırdı. İslam düzenini koruyabilmek için reaya denilen geniş halk kütlelerine adaletle davranmak, özellikle iyi yetişmiş ve bilinçli padişahların özenle yerine getirdikleri bir görev olmuştur. "Padişahların en büyük serveti reayanın hayırlı dualarıdır" sözü Osmanlı düşünürlerince sık sık hatırlatılmıştır. Gene ülke, padişahın malı sayılmakla birlikte, ona islamlığa aykırı biçimde tasarruf etmek hakkıl tanınmamıştı. Osmanlı padişahı ülkeyi toprak rejimi çerçevesinde yönetir, bunun dışına çıkamazdı.

Kuramsal olarak etkinliği dinle sınırlı olan Osmanlı Padişahları despot sayılamazlar. Ancak bu görevleri yürütebilmek için sahip oldukları yetkileri iyi kullandlklarına inanmaları, merkezi gücün giderek artması, yetkilerinin sınırlanmasının ve denetimlerinin - çok cesur bir kaç şeyhülislamın çıkışları dışında imkansız denecek derecede zor olması Osmanlı padişahını tam bir mutlak hükümdar durumuna sokmuştur.

PADİŞAHLARIN DENETLENMESİ

EgemenliĞi ve siyasi güçleri böylesine kesin biçimde ele geçiren Osmanlı hükümdarlarının denetlenmesi kolay değildir. Buna rağmen kuramsal ve eylemsel iki denetim biçiminden söz etmek imkanı vardır: Kuramsal denetime "hukuki" denetim de diyebiliriz. Padişah yukarıda da belirtildigi gibi biçimsel de olsa şeriata uymak zorundadır. Şeriatı devlette temsil eden ulemanın manevi başı ve büyük saygınlık sahibi şeyhülislamın, örneğin şeriata aykırı bir işlem için fetva vermeyerek hükümdarı denetlemesi düşünülebilir. Ancak, bu gerçekte tam işlemiş bir mekanizma değildir. Örnekleri çok azdır. Bilimsel ve dinsel saygınlıkları çok büyük birkaç şeyhülislam dışmda, böyle davrananlar yoktur; çünkü padişahın istediği fetvayı vermeyen şeyhülislam derhal görevden alınır ve yerine onun bir rakibi getirilerek padişahın isteği olur.

Bu nedenle, özellikle bunalım zamanlarında sık sık başvurulan bir denetim yolundan başkası kalmamaktadır: Siyasi ve ekonomik bunalımlarda, hükümdann gücü çok azalmış ve çevresindeki kadrosu yeteneksiz ve yozlaşmış ise, merkezdeki kullar ve ulemanın gruplaşmaları sonucunda, bu grupların en güçlüsü kapıkulu askerlerini elde eder ve padişah tahttan indirilir ve hatta (ender de görülse) öldürülebilir. Bu son iki işlem gene, üstün gelen ulema grubunun fetvalarıyla "hukuka uygun" duruma getirilir. Bundan dolayı hükümdarlar hem kullarını, hem de ulemayı bölmek ve birbirine hasım grupları ayrı yerlerde işbaşında tutmak yolu ile özellikle bunalımlı zamanlarda tahtlarını korumak istemişlerdir.

Osmanlı devleti, biraz aşağıdaki bahiste görüleceği gibi, reformlar çağına girdikten sonra, padişahların, egemenlik haklarına dokunulmadan yetkilerinin bir ölçüde sınırlanması konusunda bazı önemli sayılabilecek adımlar atmıştır.

Önceki ve Sonraki Yazılar