BELLEKTE GÜNCE (2)

 

-2013’te Neler

Söyledik,

Neler Yazdık,

Neler oldu?-  (…)

 * Kış kapıya dayandı. Yaşamımızda yapaylaşmış her şey gibi ‘kış’ın da hiçbir samimiyeti yok artık. Yapraklar bile sararmayı beceremiyor. Akşam erken bastırınca eskiden, sokaklarda gün boyunca güzel şeyler yapmış, hayata değer katmış insanların yorgun ama mutlu yüzleri vardı. O yüzlerden gülücüklü selamlar yayılırdı çevreye.

* Şimdi insanlarda bir koşturmaca, sanki bir şeylerden kaçıyormuş ya da bir yerlere yetişme telaşı. Yılgınlık, umutsuzluk, hoşgörüsüzlük yüzlerden yansıyan.  O günlerdeki gibi aynı kasabada değil, aynı mahallede değil aynı apartmanda oturanlar bile birbirlerini tanımıyorlar. Merhabalaşmak hak getire. İnsanlar kendilerinden bile kaçar olmuş.                                                                                                                                         

* Bir toplum bu kadar mı dejenere olur? Çevre kirlenmiş, insani değerler yitip gitmiş. Kimin umurunda? Sevgi saygı, hoşgörü hak getire.  Herkes burnundan soluyor, küçücük bir tatsızlık, sonu bilinmeyen patlamalara götürecek insanları. Değerbilmezlik, bencillik bu denli mi kuşatır yaşamı? Hayret!

* Şimdi mumla aradığımız o yıllarda çocukluğumuz, gençliğimiz ne kadar yaşam doluydu. Tüm yokluklara, yoksunluklara karşın. O zamanlar sokaklarımız vardı, akşamüstleri kapı önlerinde oynadığımız, büyüklerimizin söyleştiği kapı önlerimiz vardı. Çiçekli pencerelerimiz vardı, karşı pencerelerden birbirimize seslendiğimiz.

* O zamanlar; kış gecelerinde masal anlatılırdı. Mısır patlatılır, kestane çıtlatılırdı. Merdiven çıkılır, aidat ödenmez, yönetici seçilmezdi. Sokak lambaları sadece direk diplerini aydınlatır, gece bekçilerinin düdükleri kulaklarımızı çınlatırdı. Yurttan sesler korosu türküler söyler, büyüklerimiz ajans saatlerinde memleket haberleri dinlerdi. 

Sokağımızdan her gece bozacı  geçerdi.

 (…) ve kış yine kapıya dayandı… ee artık kış kışlığını bilsin, bilsin ki yazın değerini bilelim. Yalnız şu nimet külfet dengesinin terazisi hâlâ bozuk. Yoksulluğun dibe vurduğu günümüzde hani kişi başına düşen  on bin dolarlık milli gelirden yoksullarda payını alsa da…

 Odun, kömür derdi olmadan kışları bizler de yaşasak! (…)

 Kent yapıları kentin kimliğini oluşturur. Öyle yapılar vardır kentin dokusunu bozmuştur ve çevresinde yaşayanların üzerinde kâbus gibi durur. Ya da bir başka deyişle; son zamanlarda herkesin yakındığı ama çözüm için kılını kıpırdatmadığı              “ beton yığınına döndü memleket!” sözlerinde anlam bulan, sadece kazanmak, çok kazanmak amacıyla yapılan yapılar, kentleri yaşanılası durumdan çıkarmaktadır.

Yeterli olmasa da son zamanlarda dış görünüme, estetiğe değer verilerek oluşturulan yapıların çevresine bir güzellik katığı da gerçek.

Kentimiz de kentsel gelişimini hızla sürdürürken hızla dışa doğru büyüyüp gelişmekte. Kent içinde kurtarılmayı ve düzenlenmeyi bekleyen bir çok eski yapı sessizce bekliyor. Efes sineması gibi…

     Kültürel etkinliklerin de bir ivme kazandığı şu günlerde kültür salonu yetersizliği  kendini daha bir fazla hissettiriyor. Belediyemizin  kente kazandırdığı yeni düğün salonu bu açığı kapatacaktır mutlaka.  Ancak Efes sinemasının bir kültür mirası olarak Söke’ye kazandırılması konusunda neler yapıldığı konusunda bilgiye gereksinim duyuyoruz. Böyle bir çalışma var mı? Kentleri oluşturan mekanlar, eski-yeni yapıların birbirilerine uyumlu olmalarıyla daha güzel bir görünüme sahip olurlar. Bütünleşirler.Kent yaşamına daha bir anlam katarlar. (…)

Efes Sinemasının kaderine terk edilmemesi en büyük arzumuzdur.      Aydın’da son dönemde gözle görülür sosyal ve kültürel gelişmelerin, gelecek dönemde de sürdürüldüğünde “Bütün Şehrin” bir parçası olacak Söke’mizin bu gelişmelerden payını alacağı umudunu taşıyorum.

(…)

İstasyon Caddesinin Söke’nin kalbi olduğunu, can damarı olduğunu ve bu haliyle Söke’ye yakışmadığını düşünenlere rast geldiğimi de belirtmeliyim. Çözüm için gerekli olan alternatif yol olmadığı çaresizliğini dile getirenler de var. Ancak; kentler kalbi ve can damarı olan alanlarla çağdaş bir görüntüye ve yaşama kavuşurlar. Var olan potansiyeli sonuna dek kullanma becerisi gösterdiğinizde bir çok şeyi çözümlemeniz mümkündür.

Aydın Caddesinin çift yönlü akışa dönüştürülmesi, akılcı bir düzenlemeyle burasını rahatlatabilir. Kent içi dolmuşları oraya kaydırılarak önemli bir rahatlama sağlanacaktır. İstasyon caddesiyle, Aydın caddesi arasındaki en uzak mesafe iki dolmuş durağı arasındaki uzaklıktan fazla değil. (Bu arada, dolmuşların durak harici yolcu indi-bindi yapmaları bu trafik yoğunluğunda sıkıntı yarattığını belirtmek istiyorum.)

Şu an da bile alınacak basit önlemlerle İstasyon caddesi, insanların daha sıkıntısız bir şekilde yararlanabileceği duruma getirilebilir. İkinci sıra park eden taşıtlar zaman zaman engellenmeye çalışılsa da sonuç pek olumlu görünmüyor. Biraz daha radikal bir uygulamayla esnaf mal alım araçlarını belli bir saate indirgeyerek, tümden park yasağı getirilmiş bir istasyon caddesi keşmekeşliği önleyecektir, trafiğe kapatıldığındaki rahatlama kadar olmasa da… Daha ileri bir önerim de, bana göre çok da zor değil. Dolmuş durakları kaldırılmış, belli saatlerde uygulanacak mal indirme, yükleme cepleri yapılarak yolun tam ortasında tek aracın akıp gideceği, kenarları engellerle sabitlenmiş ”akan yol” , yayalar için, alışverişe gelenler için ve orada yaşayanlar için büyük bir rahatlama getirecektir. Taksimdeki İstiklal Caddesindeki akan yol örneği. (…)

*

İstasyon caddesini rahatlatan bir uygulamanın, cadde boyunca  park yasağı uygulamasının  başlatılması, buranın nefes almasını sağladı. Vatandaşların park yasağına uyumlarında güçlükler yaşanmak ta olsa da bir süre sonra uygulamanın doğruluğu anlaşılacaktır.

Önceki ve Sonraki Yazılar