E. TURGUT TEKİN

E. TURGUT TEKİN

Bir yıkımın acı öyküsü 2

 

 

(Köy Enstitüleri Düşürülürken)

* Önceki sayıdan devam

Bu temel görüşleri şöyle kısa özetlerle vermek olanağı mümkün:

1) Anadolu'da Ulusal Egemenliğe dayalı bir halk devleti kuruldu. Bu devletin eğitim düzeni için de kendi kaynağına dönmek, çözümü orada aramak gerekiyordu. Kurtuluş Savaşı'nın temelinde yer alan "Ulusal bağımsızlık ve kendid insan kaynaklarına dönme" görüşünün ip uçlarını ustaca yakalayarak, eğitime bağımsızlık ve Anadolu insanına özgü gereksinmelerden oluşan çağdaş kültür izinde top yekün bir toplum yetiştirmeyi amaçlıyordu. Bu amaçlanan yeni ve dinamik toplum eğitimi zor olsa da başarılacaktı. Ancak, bu kaynak yaratıldıktan sonra kalkınma seferberliği başlayacaktı. Yetişmiş insan kaynakları olmayan toplumlarda kalkınma ve çağdaşlaşma, sanayileşme, modernleşme olamaz. Bu kaynağın yaratıcı gücüyle kalkınmayı desteklemek ilkesine sistemin temeli oturtuluyordu. Sistem ana güç kaynağını bu eğitilmış toplumdan alacaktı. İşte sadece öğretmen yetiştirmekle kalmayıp, toplumu yetiştirecek bir hedef seçilmişti. Bu kurumlarda eğitilip yetiştirilen öğretmenler, birçok konuda uzmanıaşarak gittikleri köy halkını da eğitiyorlardı. Yapıcılık, çiftçilik, arıcılık besicilik gibi konularda köy halkını eğitip bilınçlendirecek güçte idiler. Buda Anadolu Köylü insanı için en uygun bir modeldi. Zaten bu enstitüleri tutunduran, dünyada yankılandıran güçte buydu. Çocukları eğiten öğretmen, anne ve babayı da eğitiyor, yetiştiriyor, onlara rehberlik yapıyordu. Köyde köylü gibi yaşıyor, onun bütün dertlerine ortak oluryor, acısını tatlısını paylaşıyordu. Bugün biz öğretmeni köyde tutamıyoruz. Köylere gittiğimde çok veli veya köylü öğretmenleri tanımıyor. Diyorlar ki:

- Bizim öğretmenler sabah saat dokuzda gelir, saat 15.30 da giderler. Çoğunun yüzünü bile görmedik. İşte bugünkü eğitimi yozlaştıran, çevreye ve çocuğu bütün almayan bir eğitimden köylüye yarar gelmez. Köy Enstitülerinin felsefe ve mantığına ters düşer. Öğretmen köyde oturacak, kahvede ve köy odasında köylü ile birlikte köy sorunlarını da kucaklıyacak. Eski öğretmenler bu temel felsefe ile yetiştikleri için bunu yapıyorlardı. Yeni kuşak öğretmenler, ne-yazık ki bunu yapamıyorlar. Köyde bile oturmuyorlar. Kente gidip geliyorlar. Bizim zamanımızda köyde oturma zorunluğu vardı. Köyden ayrılma durumunda bile ancak idareden izin alarak ayrılabiliyordu. Bugun artık bu anlayış yok. Köylünün şikayeti de yok. Yeni öğretmenler, köye yenilik götürmüyorsa, köylü ondan zaten birşeyler beklemez. Oysa elastiki ve fonksiyonel olan eğitim programlarında üniteler çevre, insan kaynakları ve doğal varlıklarla bütünleştirilerek işlenir. Hedef sadece çocuk değil, toplum eğitimidir. Böyle kitle eğitimlerinden yoksun okullarla biryerlere varılmaz. Köy Enstitüleri'nin mantığında bu temel ilke hakimdi. Bireysel eğitim yok, toplumsal ve topyekün eğitim vardı. Ezberci eğitim yok, yaşayarak, yaparak, öğretip üreterek eğitim verilirdi. Bence bugün aradığımızda bu temel ilke olsa gerek. Öğretmenlik yaptığım yıllarda bunların bazılarını uyguluyordum. Örneğin 1970 yılında Erzincan Çayırlı Akyurt Köyü'nün heyelana maruz kalan yerini değiştirtmiştim. 1975 Afyon Dinar Avdan Köyü’nün içme suyunu getirtmiştim. Köylü ile birlikte bazı ortak üretim projeleri gerçekleştirmiştim. Köylü devletin en uç noktalarında görev yapan öğretmeni, devletten değil kendinden sayıyor, bütün dertlerini ona anlatıyor, ondan destek ve yardım bekliyordu. Bence öğretmenin köyde oturması, köylü ve öğrenciler için yararlıdır.

2) Tonguç'un eğitim görüşünün öncelikli öğesi de uygarlıktır. Onun eğitim ve öğretime sıfırdan ve yoktan yaratarak başlayan Enstitüleri, uygar ortamını kendileri yaratıyor. Ona göre eğitim kurumu uygarlığın amaçlarıyla ve ortamıyla donanımlı olmalıdır. Uygar olmayan ortamda yapılan eğitim, toplumu, insanı değiştiremez. Olanaklar böyle bir ortamı değiştirmeye el vermiyorsa ne yapılmalıdır? Böyle bir ortamı hazırlamak için borç para, yabancı eğitimci aramıyor. Osmanlı dönemi alışkanlıklarına dönmüyor. Olanakların oluşmasını beklemiyor. Beklemek yerine, eğitim bilimlerinin gösterdiği yolda el vermeyen koşullarda çarpışıp, eğitimin kendi uygar ortamını yaratmasını yeğliyor. Böylece Enstitülerine kalkınmanın dolaysız destekçisi olma görevini daha en başta yüklüyor ve başlatıyor. Bu onun eğitime getirdiği, sosyal temeli kurtuluş savaşımızda görülen gerçekçi ve çağcıl bir ilkedir. Bu ilke ile birçok problemi çözüyor ve kendi kendini olgunlaştırmayı başarıyor.

3) Tonguç'a göre "eğitim kendi insan kaynağının yapıcı yapıcı gücüyle kendini yaratma gücünü seçer".

Tonguç'a göre sanat eğitimi ve iş derslerinde; endüstrileşmeye geçecek bir toplumun eğitim teknolojisini yaratmaya, program ve yöntem araştırmasını yapmaya başlayıp uygulaması gerekiyor. "Yine Tonguç'a göre "İş ve mesleğe yönelik bir genel eğitim" düzenlenmesi gereği vurgulanıyor. Tonguç ve Enstitüleri'nin temelinde yatan görüşleri kısaca böyle özetledik. Yazmak isteseydik daha çok sayfalar dolardı.

ENSTİTÜLERE SİYASİ GÜÇ KATANLAR

On yıl süren bu başarılı çalışmanın sonucunda 17 bin kişilik bir eğitim ordusu mensubu öğretmen yetiştirilir. Bu başarılı çalışmaların arkasında duran sıyasi güç kaynakları kimlerdi? Tonguç bu gücü nasıl alıyordu. Başta devlet anlayışı ve eğitim politikasından sorumlu yetkililerin el vermesi idi. Başta Atatürk, İnönü ve Milli Eğitim Bakanlarından Saffet Arıkan ve Hasan Ali Yücel bu prograın ve organizasyonu destekliyorlardı. Hazırlık ve geçiş dönemleri asker kökenli olan ve Erzincanlı Saffeet Arıkan zamanında tamamlanır. Gelişme ve Yükselme döneminde ise Hasan Ali Yücel, İsmail Hakkı Tonguç'a tam destek verir daha önemlisi dönemin Devlet Başkanı İsmet Paşa, dış düşmanı yenmede olduğu gibi, "Cehalet" denen iç düşmanı yenmede de yine "Kuvayi Milliye Ruhu" ile davranır. Hasan Ali Yücel ve Tonguç'u tam gaz destekler. İkinci adam olarak da, Atatürk'ün izinden ayrılmamış, İkinci Dünya Savaşı'nın olumsuz etkilerine rağmen bu kurumları desteklemiş, cehaletle savaşacak ordunun kurmaylarını asla yalnız bırakmamıştır. Sözün kısası İnönü bu özgün kurumların manevi babasıdır.

Köy Enstitüleri bazılarının sandığı gibi bir kişinin verdiği ilhamla meydana gelmiş kurumlar değildir. Esasen bu mümkünde değildir. Onlar bir ihtiyacın yarattığı devlet felsefesinin eseridir. Yücelmesini ise sadece Hasan Ali Yücel ve İsmail Hakkı Tonguç sağlamamış,

Türk eğitmen, öğretmen ve aydınlarının birlikte çalışmasından, toplumun gücünden doğmuş,ona inananların elleriyle yücelmiş ulusal kurumlardır. Bu kurumlara Rauf İnan gibi Enstitü Müdürleri'nin de emek ve katkıları unutulmaz boyutlardadır. Öğrencilerin gece gündüz özverili çalışmaları asla ama asla unutulamaz.

Zaten Enstitülerin birinci amacı, öğrencileri işe, mesleğe, ileri düzeyde eğitime hazırlamaktı. Geçmişteki eleştirilerin çoğunun, eğitimci olarak Tonguç'un görüşleri ya da sistem olarak Köy Enstitüleri üstüne değil, Türkiye’nin düzeni üstüne olduğu görülüyor. Kemalist rejimi aşırı bulan sağcı tutucularla, yetersiz gören solculadan bir bölümü, düzenin en verimli ürünü olan bu Enstitü Sistemini ve dünyaca benimsenen eğitimcirniz Tonguç'u kıyasıya ve acımadan eleştiriyorlar.

Çünkü eğitim, toplum düzeninin bir uzantısı, bir üst yapı kurumudur.

Ama düzenin kendisi değildir. Tonguç ise bir eğitimcidir. Düzen yaratan politikacı değildir. Kaldı ki Köy Enstitüleri eğitime, düzenin sınırlarınıda aşan katkılar getirmiştir.

Osmanlı'nın son dönemlerinde İttihat ve Terakkicilerle başlıyan siyasi tartışmalar, Cumhuriyet’in bu ilk dönemlerinde de devam ediyordu. Halifeliğin kaldırılmasından rahatsız olan guruplar ise Kemalistleri ve onların getirdiği bütün yenilikleri redediyorlar, "Din elden gitti." adı altında feryadı basıyorlardı. Bu çığırtkanlar bugün bile vardır. Ellerinden gelse, laik ve Üniter Cumhuriyeti, Hukuk Devleti'ni yıkıp yerine şeri bir devlet kuracaklardır. Ama ne mümkün. Cumhuriyet öyle sağlam temellere oturtulmuş ki onların yıkmaya güçleri asla yetmeyecektir. * Devam edecek

Önceki ve Sonraki Yazılar