ÇÜNKÜ, “O TOPRAKTAN ÖĞRENİP, KİTAPSIZ BİLENDİR”

 

Herkesin kendi çıkınını doldurmak için birbirini boğazladığı bir ortamda, insanların kardeşliğinden söz edip, eşitlik, toplumsal yarar ve özveri gibi değerlerden söz etmek ne kadar da zor…

Ve balığın değil, tuzun dahi koktuğu bir ülkede, insanlara temiz toplumdan söz etmek ne kadar güç.

Siyaset kir pas içinde; eğitim, kültür, dayanışma, özveri ve benzeri kavramlar yamalı birer bohça gibi…

Senedi protesto edildi diye intihar eden işadamı ortamından, hortum üstüne hortum tazeleyen “4 kağıtçı” pazarlamacı tipine varmak ne kadar acı.

Cumhuriyet’in temel ilkelerinin bilinçlerde parıldadığı aydınlanmaya dönük bir eğitim sisteminden, yurt dışından kurgulanan “mahalle mektepleri” sistemine ulaşılması ne kadar vahim...

Toplumcu, halkçı, millici, bağımsızlıkçı ve laik siyasetçi tipinden, Avrupa Birlikçi, Amerikancı, tarikatçı ve laiklik karşıtı bir bezirgânlığa ulaşılması ne kadar ürkütücü...

Bizleri birbirimize bağlayıp kaynaştıran sosyal bağları yıpratmaya çalışan, kültürümüzü kirleten, milli birliğimizi çökerten bunca sistemli çaba meydanlarda kol gezip, medya organlarında serbestçe volta atarken, teslim olmamakta direnen bir ulusal bütünlüğe sahip olabilmek ne kadar güzel...

Ne kadar güzel.

Ve ne kadar umut dolu…

Öte yandan Amerika, tüm Müslüman coğrafyanın altını üstüne getirecek bir proje oluşturmuş. Tüm Ortadoğu ve Afrika kıtası ülkelerinin yönetimleri ele geçirecek, ülke sınırlarını yeniden çizecek bir planın mühendisliği ile meşgul…

Emperyalizme karşı verilen bağımsızlık mücadelelerinin öncüsü konumundaki Türkiye Cumhuriyeti, bu mühendislik çalışmasının uygulamaya dönük aktörleri arasında ön sıraya geçmeye çalışıyor…

Bu politikaların “yurtta sulh, cihanda sulh” politikası ile örtüştüğünü söylemek mümkün gözükmemektedir.

Türkiye’nin üstlendiği görevler, uluslararası “dayı”ların ileri karakolu olma işlevini taşımaktadır.

Ve Türkiye’de İslamcı söylemlerle politika yaparak iktidara gelen bir siyasi güç, Müslüman ülkelerinin petrol kaynaklarına gözünü dikmiş olan “haçlı saldırısı”nın bayrağını taşımaktadır…

Ülkeyi yöneten güçler, Türkiye’nin dış siyasetini çok bilinmeyenli bir riskler karmaşasının ortasına kadar sürüklemişlerdir.

Bu siyasetin adı “Yeni Osmanlıcılık” olarak tanımlanmaktadır.

Ilımlı İslam politikası, başkanlık hükümeti sistemi [çağdaş padişahlık] ve emperyalist çıkarların ileri karakolu görevini üstlenmek birbirleri ile örtüşen ve birbirlerini tamamlayan köşe noktalarıdır.

Ama bu noktada gözlerden uzak tutulan önemli bir gerçek vardır:

-        Burası Türkiye’dir!..

Bu ülkede, köhnemiş bir imparatorluğun enkazından tam bağımsız ve laik bir Cumhuriyet yaratan bir millet yaşamaktadır…

Bu millet gücünü öyle durup dururken ortaya koymaz, önüne gelen her çorbaya maydanoz olmaz…

“İşin başa düştüğü” önemli bir nokta vardır…

Çünkü, 

O, topraktan öğrenip

kitapsız bilendir.

Hoca Nasreddin gibi ağlayan

Bayburtlu Zihni gibi gülendir.

Ferhad'dır

Kerem'dir

ve Keloğlan'dır.

Yol görünür onun garip serine,

Analar, babalar umudu keser,

kahpe felek ona eder oyunu.

Çarşambayı sel alır,

bir yâr sever

el alır,

kanadı kırılır

çöllerde kalır,

ölmeden mezara koyarlar onu…

O, "Yunusu biçâredir

baştan ayağa yâredir",

Ağu içer su yerine.

Fakat bir kerre bir dert anlayan düşmesin önlerine

ve bir kerre vakte erişip

“Gayrık yeter!..”

demesinler…

 

Ve bu halk, bu millet, bu ulus… “İşin başa düşeceği” günü sabırla beklemekte, gelip geçen güne tevekkül ile başını eğmekte ve olanı biteni Anadolu’nun “çarıklı erkânı harbi” duruşuyla izlemektedir…

Çünkü o, Nazım babamızın dediği gibi, “topraktan öğrenip; kitapsız bilendir...”

Önceki ve Sonraki Yazılar