DİN EĞİTİMİ VE HAK

Bir insanın hayatı boyunca her işinde uygulayacağı ölçüler manzumesine o insanın “dünya görüşü veya dini” diyoruz.

Otururken-kalkarken, yerken-içerken, alış veriş yaparken, evinde-iş yerinde velhasıl bütün yaptığı işlerde bir ölçünün olması gerekiyorsa ki (ölçüsüzlük ancak hayvanlarda vardır) gerekir, işte din bu ölçülerin tamamıdır.

Eğer insan din olarak kendisine İslam’ı seçmişse, o insanın bütün hayat ölçüleri İslam’ın belirlediği ölçüler olmakta, bir başka dini benimsemişse insan benimsediği dinin ölçüleri ile hareket etmektedir. Bu, kimsenin kaldıramaya gücünün yetmeyeceği insanın en doğal hakkıdır.

Hemen şunu da belirteyim ki İslam’da din seçimi serbesttir. Bunu, kıyamete kadar baki kalacak İslam’ın biricik kitabı Kur’an-ı kerimde; “dinde zorlama yoktur”ayetinden anlamaktayız. İslam cihadının temeli de yine bütün insanların din seçimlerini serbestçe yapabilmelerini sağlamak için yapılmaktadır.

İSLAM DİNİ

İslam dini bir insanın hayatında olması gereken makul ölçüleri belirtmiş, ölçüde sınırlar aşılmaya başlanınca bu olay bir başka insanın hak sınırlarını aşma sebebi sayılmıştır. Tabii bu sınırların ifratı (kendi nefsine eziyet) ve tefriti (başkalarına eziyet) men edilmiş İslam her ölçüde orta çizginin takip edilmesini istemiştir.

İslam’da insan; “Allah’ın kulu...” olarak tanımlanmış, böylece insan bir köşede hakkının yenebileceği sahipsizlikten kurtarılmış onu Allah sahiplenmiş, bir insana yapılacak bütün haksızlıkların hesabının Allah tarafından sorulacağı bildirilmiştir. Nitekim Allah, kul borcunu kendinin affetmeyeceğini, bunu ancak alacaklı veya mağdur insanın affedebileceğini beyan buyurmuştur. Bu mağdur insan Müslüman’da olabilir başka dinin mensubu da... İnsan olmak ve hak almak açısından aralarında bir fark bulunmamaktadır.

Hâlbuki bugün yeryüzünde kendini medeni sayan ülkelerde kul kavramı bulunmamakta onun yerine “İnsan hakları...” kavramı ile bu işler yürütülmektedir. Bu ülkelerde insan, müstakil bir varlık olarak tarif edilmekte buna yasalarıyla devlet sahip çıktığını belirtmektedir.

Ya hak, bizzat devlet tarafından yeniyorsa, hakkı yenen insan devlete karşı ne yapabilecektir? Yapılan kanunların özünde belki çoğunluğun hakkı korunmuş olabilir ya azınlıktakiler? Onlar da insan ve o ülkenin vatandaşı değiller midir? Ya bu kananların uygulama biçimi... Bir saygın insanla rasgele bir vatandaşa aynı şekilde uygulanıyor mu? Ceza veriliyorsa nüfuzlulara en alt ceza, garibanlara en üst ceza uygulanmıyor mu?

POLİS KALBLERE KONMAZSA

Öte taraftan ülkeler içerisinde kurulmuş birçok çete, mafya, örgüt gibi kuruluşlar ile başkalarının haklarına saldırmayı kahramanlık gibi kabul eden insanların kanunun ulaşamayacağı, polis ve jandarmanın görmediği yerlerde insanların haklarını gasbetmeleri halinde hakkı alınan insan nasıl davranacak, hakkını tekrar nasıl alabilecektir?

Hepimiz biliyoruz ki, faili meçhuller bütün ülkelerde çığ gibi dosyalar oluşturmakta, ne yazık ki haksızlıkların failleri yakalanıp cezaları verilememektedir.

Ceza kavramı da bir tuhaftır. Hakkı yenmiş bulunan insan, yenen bu hakkını aynen geri isteyecektir. Mağdur böylece korunmuş olur. Malı çalınan insana malını aynen geri verirseniz hak tecelli etmiş olur. Yoksa hırsıza şu kadar hapis cezası vermeniz ve onu o sure içerisinde hapishanede beslemenizle, hakkı yenen insanın hakkı kendisine verilmiş olur mu? Haklarını alamayan insanlar kendi haklarını kendileri almaya kalkışmaları halinde o ülkede bir kaos ve anarşi ortamı oluşmaz mı?

Bir önemli husus da, haklar gasp edildikten sonra o hakkı aramaya kalkışmak yerine insanlardaki manevi eğitime ağırlık vererek insanları başkalarının haklarını yiyemez hale getirmek daha ucuza mal olan ve daha akıllıca bir çalışma olmaz mı?

Bu anlayış bile İslam’da ki hakkın korunmasında tuttuğu metot ile kendini medeni sayan ülkelerin metotları arasındaki büyük farkı ortaya koymaya yetmektedir.

Burada açıklıkla söylemek gerekirse İslam, fert ve toplumda haksızlıkları ve kötülükleri baştan ortadan kaldırmakta, kendini medeni ülkeler arasında gören ülkelerde ise fiiller işlendikten, haklara tecavüz edildikten sonra verilecek bir takım cezalarla telafi edilmeye çalışılmaktadır, tabii fail(suçlu) yakalanabilmişse.

Verilen cezanın, mazlumun ve mağdurun kalbindeki öfke ve kinini söndürmeye yetmemesi halinde bu kere o da suçluya ceza vermeye yeltenmekte ve bugün ülkemizde hâlâ sürmekte olduğu gözlenen kan davaları ortaya çıkmaktadır.

Bütün bunlar, çocuklarımıza din eğitimi verilememesi sebebiyle hakkın korunamaması, toplumun ve yöneticilerinin başına ne büyük bela ve sıkıntıların geleceğinin açık işaretidir.

Önceki ve Sonraki Yazılar