E. TURGUT TEKİN

E. TURGUT TEKİN

KAVAS DEDEMİZ BİR MUCİZEDİR (3)

Örneğin, Sığla Sancağı Mütesellimi İlyas Ağa ve onun soyundan gelen Hamit Bey, İlyas Bey, Mehmet Ağa, İlyas Ağa, Hasan Ağa, Ahmet Ağa, Halil Ağa, İlyas Ağa (Koca Camii yaptıran zat) ve Mehmet Bey gibi Söke tarihinde şerefli bir mazisi olan İlyas zadelerin çoğu vardı. Bu mezarlık sökülüp kaldırılmadan önce İsmail Gün ve Ahmet Özdemir adlı iki öğretmen tarafından yazılmış olan ve 1943 yılında yayınlanan “Söke Tarihi ve Coğrafyası-1” adlı kitapta bu mezar taşları ile ilgili bazı örnekler vardır. Kitabın yazarı şöyle diyor: “Ağalar mezarlığında İlyas Ağa ailesine ait mezar taşlarının suretlerini de kaydediyoruz:

1) Müsellim Mehmet Ağa’nın kitabesi şöyle;

“Ziyaretten murat olan duadır.”

“Bugün bana ise, yarın sanadır.”

Müsellim Mehmet Ağa

Ruhuna Fatiha-1155

2) Halil Ağa’nın mezar kitabesi;

“Nice yıl sığlada oldu mütesellim.”

“Cihanda akıbet gitti vebadan.”

“Mütesellimlik müsellemdir ebaden ceddi.”

“Bıraktı kârübarın şu seradan.”

“Kalır bir hayır eser varsa baki.”

“Nedamet çek geç ey âkil riyadan.”

“Mezarın seyreder ibretle ahir.”

“Salâha meyleder ibretle nümada.”

“Şu fâni alemin olmaz bakası.”

“Nihayet Şeme yok buyi vefadan.”

“Anılsım nam ile İlyas zade.”

“Hele çok hayır eser tuttum bakadan.”

“Bula ecri azim ancak hüdadan.”

“Ere maksuda ükbadan süvadan.”

“Çıkup bir ehli hikmet dedi tarih.”

“Halil azmi baka buldu fenadan.”

(21-Safer-1218)

3) Söke Kaymakamı İlyas Ağa’nın mezar kitabesi;

“Billahi kıl terahhum günahkar bedene.”

“Kuru kavga imiş cihanda geldiğim.”

“Cevabı hüda gelüp o gitti.”

“Lütfunla ya Muhammed kapunda kıl.”

“Merhum ve mağfur Söke Kaymakamı.”

“İlyas Ağa ruhu için” -1183                               

SÖKE’DE RESMİ

YÖNETİMİN BAŞLAMASI

Osmanlı İmparatorluğu’nun son zamanlarına kadar (1870-1880) Söke’de resmi hükümet memurları yokmuş. Söke’yi bu ilyas zadeler yönetiyormuş. Mehmet Bey’in ölümünden sonra Söke’yi Osmanlı Devleti’nin resmi kaymakamları yönetmeye başladılar. İlk Söke resmi kaymakamı Hacı Ali Rıza Bey’dir. 1880-1881 yılları arasında kaymakamlık yapmıştır. Resmi kayıtlara ve bilgilere göre Söke’yi 1880-17 Mayıs 1922 tarihine kadar 14 Osmanlı kaymakamı yönetmiştir.

Biz yine Ağalar Mezarlığı konusuna dönelim. Kerim Yalçınkaya bu konuda şunları yazıyor: “Temizlik sırası, bugünkü Buğday Pazarı’nın bulunduğu yerdeki “Ağalar Mezarlığı’na” gelmişti. Burada Sökeli ağaların mezarları vardı. Mezar taşları sökülüp Aydın Vakıflar Müdürlüğü’ne gönderildi. Bazı mezarlar ise başka yerlere nakledildi.” Yani Söke’nin 800 yıllık tarihi yıkılıp yok edildi. Bugün “Karaca Ahmet Mezarlığını” yıkar ortadan kaldırırsanız, Eyüp Sultanı yıkarsınız. İstanbul’u da yıkmış olursunuz. Mezarlıklar, bir kentin tapularıdır, geçmişidir, ecdadının varlığıdır. Hele Söke gibi Türkler eliyle kurulmuş bir kentin mezarlıklarının yıkımı hiçte hoş olmamıştır. İşte Kavas Dede mucizesinin başlangıcı ve ortaya çıkması bu vesile ile olmuştur. Bana göre bu olay Allah’ın bir lütfu ve mucizesidir. Burada yatan binlerce ecdadımızın ruhlarının bu yıkıma baş kaldırması ve karşı çıkışıdır. İşte Kavas Dede bu baş kaldırmanın biz fanilere karşı bir görüntüsüdür. “BUGÜN BANA YARIN SANA” sözüne en güzel örnektir. Şimdi size bu yazıyı bana ilham eden ve o gün Kavas Dede’yi ziyarete Isparta’dan gelen Yılmaz Eren Bey’in bir anısını anlatacağım.

ALTIN DİŞLİ KURU KAFA

14 Mayıs 2010 günü Abdullah Gezer ile Kavas Dede Türbesi’nin karşısındaki kitap-kırtasiye dükkanının önünde otururken Dede’nin türbesini ziyarete bir yaşlı adam geldi. Türbeye girdi. On beş dakika sonra dışarı çıktı. Çekine çekine bize yaklaşıp selam verdi. Sonra bize:

-Yanınıza oturabilir miyim? dedi. Hemen bir sandalye verip oturmasını sağladım. Bize; “Size bir sır versem, anlatsam, beni dinler misiniz?” dedi. Elbette bir konuğu dinlememek olmaz. Ona; buyur amca, anlat, dedim. Amca bize şu anıyı anlattı. Resimlerini çektik. Adamcağız anlatırken korkuyordu. Hele bunu yazalım deyince iyice çekinmeye başladı. Sonra ilave etti:

-Bu olayı anlatsam bana bir şey olur mu? Ona;

-Anlatacağın olaya bağlı. Eğer soruşturmalık veya daha başka bir şeyse, suç teşkil ediyorsa olur. Yoksa bir anı sana zarar vermez. Zaten öyle bir şey varsa  yazmayız. Bunları duyunca biraz rahatladı. Yüzünün rengi değişti. Belli ki bu sır onu rahatsız ediyordu. Anlatıp rahatlaması gerekiyordu.Anlatması için de zorlamak istemedim.Daha da rahatlaması için:

-İstemiyorsan anlatma!..

Bu cümleden sonra:

-Bu sırrı tam 1957 yılından beri taşıyorum. Bugün anlatırsam daha iyi olur diye sanıyorum. Siz iyi insanlara benziyorsunuz. Anlatacağım anı bu yerle ilgili. Biz biraz daha meraklandık. Adamcağız başladı anlatmaya. Anlattıklarını aynen yazıyorum.

“Ben Yılmaz Eren. 1938 Isparta doğumluyum. Isparta’nın Primemet Mahallesi’nde oturuyorum. Dedelerim Selanik’ten gelmişler. Gençlik yıllarım Söke’de geçti. 1957 yılında  pazar yerinin kuzeyinde bir inşaatın temelinde kazma kürek ile çalışıyordum. Kazma ile kazıp çıkan toprağı kürek ile atıyordum. Öğlen yakındı. Yerdeki derinlik de diz boyu olmuştu. O yıllarda 18 veya 19 yaşlarındaydım. Yalnız çalışıyordum. Kazmayı vurunca az ileriden “güp güp” diye sesler gelmeye başladı. Önce vücudum ürperdi ve sesten korkup durdum. Biraz sonra tekrar kazmaya başladım. Bu kere ses daha da gürleşti. Vücudum sıtma nöbeti geçiren hasta gibi titremeye başladı. Kazma elimde tir tir titriyordum. Biraz sonra sakinleşince sesin geldiği yere vurdum. İri bir kesek koptu. Kopan kısım tarafından beyaz bir kemik belirdi.

(Devam Edecek)

Etrafını kazıp boşaltınca bir kafatası ortaya çıktı. Bu kere korkum daha da arttı. Ama ne olduğunu anlayınca sakinleştim. Kafatasını elime alıp içerisindeki toprağı temizledim. Burası bir mezarlıktı ve on yıl önce söküp kaldırmışlardı. Kafa, kol, bacak kemikleri zaman zaman çıkıyordu. Kafatası temizlenince çene ve dişleri parıldamaya başladı. Olduğu gibi altındı. Bu kere içime bir sevinç doldu. Bu altınları söküp paraya çevirecektim. Beş yıl çalışsam bu kadar altın alamazdım. Hemen   başkaları görmesin diye yemek çıkınına sarıp sepete koydum. O yıllarda saati biz Forbes Meyan Fabrikası’nın düdüklerinden öğrenirdik. Tam öğlen düdüğü çaldı. Ben de öğlen paydosu yaparak yemeğimi yedim. Üzerime bir derin uyku çöktü. Ağacın gölgesine uzanıp uyudum. Bu uyku anında bir rüya gördüm. İri yarı, sakalı göğsünde bir yaşlı adam bana şöyle hitap etti:

-Oğlum, sakın dişlerimi kırma!.. Allah sana uzun ömür versin, sakın ha dişlerime dokunma!.. Kellemi yanına al, sakin bir yere götür, diz boyu toprağı kaz ve göm.

Adamın heybetinden korkmuştum. Birden uyandım. Vücudum ter içinde kalmıştı. Adamın sözleri ve heybetli yüzü gözümün önünden gitmedi. Akşam olunca kelleyi alıp, Kavas Dede’nin mezarının yanına gittim. Akşam güneşi batmıştı. Hava kararıyordu. Sağa, sola baktım, görünürde kimseler yoktu. O yıllarda Kavas Dede’nin türbesi, bugünkü gibi yapılı değildi. Okul yönündeki tarafına, türbeye bir metre kala diz boyu bir çukur kazdım ve kafatasını oraya gömdüm. Dişlerine de hiç dokunmadım. Bu olaydan üç gün sonra, bir değirmenin önünde kalabalık vardı. İşe giderken yolum oradan geçiyordu. Sordum dediler ki “Değirmenciye bir şey olmuş, bağıra bağıra ölmüş!.. Ben, yine işime devam ettim. Bir hafta sonra, Söke’de şöyle bir söylenti yayıldı: “Kuru Kafanın Altın Dişleri Değirmenciyi Yedi.” O zaman benim kafam dank etti. Acaba değirmenci benim oraya gömdüğümü gördü de,

 

 

 

ben gittikten sonra çıkarıp aldı da dişlerine dokundu mu?Bir ara gidip gömdüğüm yere baktım.Ama cesaret edip de kafayı çıkarıp bakamadım.

    Yılmaz Bey,anısını tamamladıktan sonra;

-         Hocam ister inanın,isterseniz inanmayın.Ben,bu olayı yaşadım.Bugün Isparta’da oturmama rağmen her yıl bu Mayıs ayı içinde buraya gelir,bu mübarekleri ziyaret eder,onların ruhuna bir Fatiha,üç İhlas okur ve giderim.Ona dedim ki:

-         Bu anlattığın olayı yazmama izin verir misin? Adamcağız:

-         Bana ve size zarar vermeyecekse yazın.Bende adamla birlikle resimler çektirip,yazarak anlattım.Niye resim çektirdim?Bazıları;“Hoca bunu uydurmuş,olur mu hiç böyle şey?” demesinler diye resimleri de burada yayımladım.

   Süleyman Yıldırım,bu mahallede oturuyor.Ona anlattım.O da dedi ki:

-         Hocam,bu gördüğün alan “Ağalar Mezarlığı” namıyla tanınan büyük bir mezarlıktı.Buralarda inşaatlar yapılırken hep insan kemikleri,kafatasları çıkıyordu.Bu kemikleri toplar,götürür başka yerlere gömerdik.Burada kitabeleri çok büyük mezarlar vardı.Kısacası Osmanlı döneminin bir koca tarihi yatıyordu.Belki kentin içi mezarlıklardan kurtuldu ama o mezarlıkların verdiği manevi endişe hala sürüyor.Ben,akşamları ruhlarına Fatiha okuyarak yatıyorum.Bazen burada yatan çocuklar,kadınlar,erkekler görüyorum.Rüy a da olsa hiç hoş değil. 

   

                                                                                                                                                                                                                                   

                                                 

 

                                                                                                                                                                      

 

                                                      SONUÇ VE İBRET

   Değerli okuyucularım,yazdıklarımı okudunuz.Ben,okuduklarımı,dinlediklerimi yazdım.Kavas Dede’nin kimliğini değil,manevi kişiliği önemlidir.Bu manevi kişilik,mezarlığın nakline karşı bir direniş ve şahlanıştır.Rahmetli,Allah’ın ona verdiği manevi gücü kullanarak,bu ecdad kabirlerinin bozulmasına karşı çıkmış,aleme ibret bu manevi gücünü bir mucize olarak göstermiştir.Burada yatan binlerce müslümanın bugün tek temsilcisi olarak ebediyete kadar yaşayacaktır.

   Ne yazık ki,bazı inançsız kişiler,bu manevi varlığımız karşısında saygısızlık yaparak alay ediyorlar.Oysa bu tür düşünce ve davranışlarla kendilerine zarar vermekten öteye gitmiyorlar.Allah onları ıslah etsin ve günahlarını affetsin.

   Allah,insanları uyarmak için peygamberlerin yanı sıra böyle manevi güçleri kuvvetli velileri de yaratmış,onların vasıtasıyla insanlara ibret olsun diye mucizeler de vermiştir.Bu mucizeler zaman zaman ortaya çıkmış,insan oğluna bir ders olmuştur.İnsan oğlu bu mucizelerden ders almasını öğrendikçe manevi gücünü arttıracak,dini duygu ve düşüncelerini daha da güçlendirerek yüce Allah’a o oranda yaklaşacaktır.

   Bugün Anadolu’muzun hemen hemen her kentinde bir veya birkaç örneğini gördüğümüz bu zatı muhteremler,Anadolu’nun manevi hamurunu yoğurup mayalamışlardır.Konya’yı Mevlana’sız düşünebilir misiniz?Bir Mevlana bir Hacıbektaş,bir Yunus’suz Anadolu tarihi yazılır mı?Kars’ta Hasanul Hırkanı,Erzurum’da İbrahim Hakkı,Erzincan’da Terzi Baba,Söke’de Kavas Dede ve İstanbul’da Eyüp Sultan yurdumuz üzerine yıldız yıldız serpilip pırıl pırıl parlayan bu manevi güç ve varlıklarımızı saygıyla anıyor,Hz.Muhammed’ten şefaat,Allah’tan mağfiret diliyoruz.Ruhları şad,makamları cennet olsun.Amin.Yüce Allah,bu seçkin kulları hürmetine dünyamızı ve ülkemizi afetlerden korusun.İnsanlığı barış ve kardeşlik içinde yaşatmayı nasip etsin.Bol ve bereketli rızıklar versin.Allah herkese yiyeceği kadar rızık,yaşayacağı kadar ömür vermiştir.Yardım ve mağfiret ancak Allah’tan istenir.Bizim ziyaretimizden murat,ancak duadır.Bir Fatiha,üç İhlastan sonra duamızı yüce yaratıcımız olan Allah’a yapacağız.Peygamberimiz ve velilerimizden şefaatçi olmalarını dileyeceğiz.

   Yüce rabbim herkesin duasını kabul etsin.Amin.

    ZİYARETTEN MURAT DUADIR,BUGÜN DEDEYE YARIN SANADIR.

Önceki ve Sonraki Yazılar