E. TURGUT TEKİN

E. TURGUT TEKİN

KAVAS DEDEMİZ BİR MUCİZEDİR (4)

Etrafını kazıp boşaltınca bir kafatası ortaya çıktı. Bu kere korkum daha da arttı. Ama ne olduğunu anlayınca sakinleştim. Kafatasını elime alıp içerisindeki toprağı temizledim. Burası bir mezarlıktı ve on yıl önce söküp kaldırmışlardı. Kafa, kol, bacak kemikleri zaman zaman çıkıyordu. Kafatası temizlenince çene ve dişleri parıldamaya başladı. Olduğu gibi altındı. Bu kere içime bir sevinç doldu. Bu altınları söküp paraya çevirecektim. Beş yıl çalışsam bu kadar altın alamazdım. Hemen   başkaları görmesin diye yemek çıkınına sarıp sepete koydum. O yıllarda saati biz Forbes Meyan Fabrikası’nın düdüklerinden öğrenirdik. Tam öğlen düdüğü çaldı. Ben de öğlen paydosu yaparak yemeğimi yedim. Üzerime bir derin uyku çöktü. Ağacın gölgesine uzanıp uyudum. Bu uyku anında bir rüya gördüm. İri yarı, sakalı göğsünde bir yaşlı adam bana şöyle hitap etti:

-Oğlum, sakın dişlerimi kırma!.. Allah sana uzun ömür versin, sakın ha dişlerime dokunma!.. Kellemi yanına al, sakin bir yere götür, diz boyu toprağı kaz ve göm.

Adamın heybetinden korkmuştum. Birden uyandım. Vücudum ter içinde kalmıştı. Adamın sözleri ve heybetli yüzü gözümün önünden gitmedi. Akşam olunca kelleyi alıp, Kavas Dede’nin mezarının yanına gittim. Akşam güneşi batmıştı. Hava kararıyordu. Sağa, sola baktım, görünürde kimseler yoktu. O yıllarda Kavas Dede’nin türbesi, bugünkü gibi yapılı değildi. Okul yönündeki tarafına, türbeye bir metre kala diz boyu bir çukur kazdım ve kafatasını oraya gömdüm. Dişlerine de hiç dokunmadım. Bu olaydan üç gün sonra, bir değirmenin önünde kalabalık vardı. İşe giderken yolum oradan geçiyordu. Sordum dediler ki “Değirmenciye bir şey olmuş, bağıra bağıra ölmüş!.. Ben, yine işime devam ettim. Bir hafta sonra, Söke’de şöyle bir söylenti yayıldı: “Kuru Kafanın Altın Dişleri Değirmenciyi Yedi.” O zaman benim kafam dank etti. Acaba değirmenci benim oraya gömdüğümü gördü de, ben gittikten sonra çıkarıp aldı da dişlerine dokundu mu? Bir ara gidip gömdüğüm yere baktım. Ama cesaret edip de kafayı çıkarıp bakamadım.

Yılmaz Bey, anısını tamamladıktan sonra;

-Hocam ister inanın, isterseniz inanmayın. Ben, bu olayı yaşadım. Bugün Isparta’da oturmama rağmen her yıl bu mayıs ayı içinde buraya gelir, bu mübarekleri ziyaret eder, onların ruhuna bir Fatiha, üç İhlas okur ve giderim. Ona dedim ki:

-Bu anlattığın olayı yazmama izin verir misin? Adamcağız:

-Bana ve size zarar vermeyecekse yazın. Ben de adamla birlikle resimler çektirip, yazarak anlattım. Niye resim çektirdim? Bazıları; “Hoca bunu uydurmuş,olur mu hiç böyle şey?” demesinler diye resimleri de burada yayımladım.

Süleyman Yıldırım, bu mahallede oturuyor. Ona anlattım. O da dedi ki:

-Hocam, bu gördüğün alan “Ağalar Mezarlığı” namıyla tanınan büyük bir mezarlıktı. Buralarda inşaatlar yapılırken hep insan kemikleri, kafatasları çıkıyordu. Bu kemikleri toplar, götürür başka yerlere gömerdik. Burada kitabeleri çok büyük mezarlar vardı. Kısacası Osmanlı döneminin bir koca tarihi yatıyordu. Belki kentin içi mezarlıklardan kurtuldu ama o mezarlıkların verdiği ma nevi endişe hâlâ sürüyor. Ben, akşamları ruhlarına Fatiha okuyarak yatıyorum. Bazen burada yatan çocuklar, kadınlar, erkekler görüyorum. Rüya da olsa hiç hoş değil. 

SONUÇ VE İBRET

Değerli okuyucularım, yazdıklarımı okudunuz. Ben, okuduklarımı, dinlediklerimi yazdım. Kavas Dede’nin kimliğini değil, manevi kişiliği önemlidir. Bu manevi kişilik, mezarlığın nakline karşı bir direniş ve şahlanıştır. Rahmetli, Allah’ın ona verdiği manevi gücü kullanarak, bu ecdad kabirlerinin bozulmasına karşı çıkmış, aleme ibret bu manevi gücünü bir mucize olarak göstermiştir. Burada yatan binlerce müslümanın bugün tek temsilcisi olarak ebediyete kadar yaşayacaktır.

Ne yazık ki, bazı inançsız kişiler, bu manevi varlığımız karşısında saygısızlık yaparak alay ediyorlar. Oysa bu tür düşünce ve davranışlarla kendilerine zarar vermekten öteye gitmiyorlar. Allah onları ıslah etsin ve günahlarını affetsin.

Allah, insanları uyarmak için peygamberlerin yanı sıra böyle manevi güçleri kuvvetli velileri de yaratmış, onların vasıtasıyla insanlara ibret olsun diye mucizeler de vermiştir. Bu mucizeler zaman zaman ortaya çıkmış, insan oğluna bir ders olmuştur. İnsan oğlu bu mucizelerden ders almasını öğrendikçe manevi gücünü arttıracak, dini duygu ve düşüncelerini daha da güçlendirerek yüce Allah’a o oranda yaklaşacaktır.

Bugün Anadolu’muzun hemen hemen her kentinde bir veya birkaç örneğini gördüğümüz bu zatı muhteremler, Anadolu’nun manevi hamurunu yoğurup mayalamışlardır. Konya’yı Mevlana’sız düşünebilir misiniz? Bir Mevlana, bir Hacıbektaş, bir Yunus’suz Anadolu tarihi yazılır mı? Kars’ta Hasanul Hırkanı, Erzurum’da İbrahim Hakkı, Erzincan’da Terzi Baba, Söke’de Kavas Dede ve İstanbul’da Eyüp Sultan yurdumuz üzerine yıldız yıldız serpilip, pırıl pırıl parlayan bu manevi güç ve varlıklarımızı saygıyla anıyor. Hz. Muhammed’ten şefaat, Allah’tan mağfiret diliyoruz. Ruhları şad, makamları cennet olsun. Amin. Yüce Allah, bu seçkin kulları hürmetine dünyamızı ve ülkemizi afetlerden korusun. İnsanlığı barış ve kardeşlik içinde yaşatmayı nasip etsin. Bol ve bereketli rızıklar versin. Allah herkese yiyeceği kadar rızık, yaşayacağı kadar ömür vermiştir. Yardım ve mağfiret ancak Allah’tan istenir. Bizim ziyaretimizden murat, ancak duadır. Bir Fatiha, üç İhlastan sonra duamızı yüce yaratıcımız olan Allah’a yapacağız. Peygamberimiz ve velilerimizden şefaatçi olmalarını dileyeceğiz.

Yüce rabbim herkesin duasını kabul etsin. Amin.

                   (BİTTİ)

Önceki ve Sonraki Yazılar