ABDULLAH ZİYA KABAK

ABDULLAH ZİYA KABAK

KÖYÜN DELİLERİ 3

 * Önceki sayıdan devam

Ben, bekleme odasında babamı kaybetmek korkusuyla hıçkırıklarımı yüreğime gömmeye çalışıyordum. Birkaç dakika sonra doktor, beni odasına çağırıp metin olmamı, onu kalp krizi neticesinde kaybettiğimizi ima edince, yüreğim daraldı gözlerim karardı olduğum yere yığılıp kaldım. Kendime geldiğimde vakit çok geç olmuştu.

O gece, sağlık ocağında misafir kaldım. Sabah erkenden, babamın cenazesini yediğime alarak tekrar yollara düştüm. Ne var ki daha yolun yarısına ulaşmadan, hava birden tipiye dönüşüp görüş menzilimi engellemeye başladı. Can yoldaşım beygir, peşimizden sinsice takip eden kurtları hissetmiş olacak ki, şaha kalkarak beni uyarmaya çalıştı. O dakikadan sonra babamın mevtasına yapabileceğim herhangi bir müdahale olmadığı için kendi canımın derdine düştüm. Yoğun tipi arasında çevreyi gözlerken, bize doğru yaklaşan kurtları görünce silahı ateşledim. Biri olduğu yere yıkıldı. Diğerleri ise onun üzerine kümeleşerek dalaşmaya başladılar.

Ben, onların boğuşmalarından faydalanarak oradan uzaklaşmayı başardım. Ama bu defa da yolumu kaybettim. Bata çıka tepenin zirvesine ulaşınca, köyümü gördüm. İnan ki o an yaslı olmama nağmen kurtulduğuma sevindim. Saatlerden sonra mevta ile köye ulaştım. Onca kişi kahvehanede toplanmışlar, beni bekliyorlardı. Sağlık ocağı tarafından verilen ölüm raporunu muhtara verdim. Raporu okuduktan sonra mevtayı benden alarak, kısa zaman sonra defnettiler.

O günden sonra hakkımda çıkarılan söylentiler, dünyamı yıktı. Babamın cenazesini korkmadan, üstelik kadın başıma köye kadar getirdiğimden dolayı, perili olduğuma dair dedikodu yaymışlar. Atamın mevtasını yaban ellerde bırakacak değildim herhalde, elbet onu köyüme getirip annemin yanına defnedecektim. Ben, doğru olanı yaptım. Ama ne çare ki dedikodulardan sonra çevremde hasbıhal edebilecek dostlar kalmadığı gibi yuva kurmama da engel oldular. Bazen aklıma geliyor, eğer köyde sağlık ocağı olsaydı, ne babam vakitsiz ölürdü, ne de benim ismim perili kıza çıkardı.”dedi.

Mehmet onu dinledikçe, kendi başından geçenleri tekrar yaşamış oldu. Ona yardımcı olabileceğini teklif etti.

Ayşe Bacı, onun anlattıkları ile günlük yaşantısı arasında bağlantı kuramıyordu. Ama ona bir şans tanıyıp, yardımcı olarak işe aldı.

Mehmet, ilk kez birisi tarafından normal bir insan muamelesi görmüştü. Değirmeni geniş çapta gözden geçirdi. Onarılması gereken parçaların şemalarını kâğıt üzerine çizerek ağaçları yontmaya başladı.

Ayşe Bacı, onun uğraşını deli saçması olarak nitelendirdi. Ama sonucu görmek için beklemek zorunda idi. Günler, birbirine takip ederken, yontulan ağaç parçaları, şekil değişimine uğradılar. Tamamlanan parçalar, kırılanlar ile yer değişiyordu. Son parça da yerine monte edilince, sıra denemeye geldi.

Mehmet, verdiği sözü yerine getirmenin gururu içinde sigaranın dumanını ciğerlerine gönderirken, soğukkanlı davranışları gözlerden kaçmıyordu. Ayşe Bacı, ona nazaran heyecandan telef olup denemek üzere kanatlara su verdi. Çark dişlilerinin uyum içinde mükemmel çalıştığını görünce, sevinçten onun boynuna sarılıp teşekkür etti.

O günden sonra, ana oğul gibi beraber çalışmaya başladılar. Onları görmek isteyen bazı meraklı kişiler, tahıl öğüttürmek için değirmene sıra almaya geliyorlardı. Diğer taraftan muhtarın malifleri, köprünün onarılması için gereken malzemeler temin edildiği halde, henüz bir çivinin bile çakılmadığını, üstelik duyarsız davrandığından dolayı eleştirdiler.

Muhtar Ali, fevri davranarak gaf yaptığını kabul edip, maliflerinden özür diledi. Onlardan yeni bir öneri getirmelerini istedi. Durumu fırsat bilen köyün deştimanı:

-“Beyler, deli lakabını taktığımız Mehmet, değirmeni baştan sona yeniden onarmış. Üstelik yıllarca üniversitede eğitim görmüş. Soralım kendimize, bizler mi? yoksa onlar mı delidir.” dedi.

Muhtar Ali, suskunluğunu korur iken, çevresinde oturan azalar, ayaklanıp değirmene gittiler. Onları, Ayşe Bacı karşıladı. Değirmen hakkında bilgi aldıktan sonra köprünün onarımı için Mehmet’in yardımını istediler. O, aslında razıydı. Ama onun namına söz veremiyordu. Onları dışarıda bekleterek içeriye girdi. Mehmet’in öğütülmüş un çuvallarını öbek öbek istif yaptığını görünce: “Onu bu durumlara düşürenler lanet olsun!” diye iç geçirdi. Mehmet, Ayşe Bacı ile köylünün ısrarlarına dayanamayıp köprünün onarımını üslendi. Kısa zaman içinde de bitirdi. Ne var ki onlar, toplumun ön yargılarından bir türlü kurtulamadılar... Delilikleri ile anıldılar.

                                               - Bitti-

Önceki ve Sonraki Yazılar