MESELENİN ÖZÜ... VE ESASI... BUDUR!..

 

Herkes evinin önünü süpürecek!..

Öyle bir kenarda oturup, kafasını kaşıyıp, ahkam kesmekten vazgeçecek!..

Nereye varırız o zaman?..

Temiz bir mahalleye, temiz bir kente… Kısaca, “temizliğin” kendisine!..

Peki, herkes içinde bulunduğu siyasi partiye, demokratik kitle örgütüne, yerel yönetime sahip çıkıp, egemen olup, o kurumu denetlemeye başladığında ne olur?..

Mesele çözülmüş olur!

Ve bu ülke, içinde bulunduğu kargaşa ortamını aşıp, düzlüğe çıkar.

Demek ki sorunun çözümü, her bireyin, içinde yer aldığı kurumlara egemen olması, egemenlik iradesini ortaya koyması eyleminde yatıyor.

Ya hiçbir kurum ile ilişki içinde olmayan, hiçbir siyasi parti ya da demokratik kitle örgütüne katılmamış insanlarımızın durumu nedir?..

Açık bir ifade ile dile getirelim:

-        Bu kişilerimiz için durum açıkça ve kesin olarak, vahimdir!..

Bir kişi, içinde bulunduğu toplumda, bağımsız bir birey olarak varlığını ortaya koymamış ya da koyamıyorsa bu kişi, demokratik bir toplumda yaşamaya hak kazanmış değildir.

Örgütlenmemiş bir toplum, göçebe bir topluluktur…

İnsanların birlikte yaşamaları, onların, belirli örgüt birimleri içinde bir araya gelmeleri anlamını taşır.

Toplumsal örgütlenmeler, o toplumsal yapıyı oluşturan bireylerin bilinç düzeylerinin doğrudan bir göstergesini oluşturur.

Çağdaş insan, bir toplumsal örgütlenmenin içinde bulunmak zorundadır.

Dolayısıyla, bir “yurttaş” olmak zorundadır.

Herkesin bir vatandaşlık numarası mevcuttur. Olmak zorundadır!

Herkes, bulunduğu mahallenin muhtarlığına kaydını yaptırmak… Yani, sonuç olarak, o mahallenin bir bireyi olmak zorundadır.

Her yurttaş, evinin damının akmaması için, mahallesinin iyi yönetilmesi için, bulunduğu yörede mevcut olan yerel yönetimin yapılanması ve işleyişi ile ilgilenmek zorundadır. Örnekleri çoğalttığımız ve merdivenleri yavaş yavaş çıktığımız zaman ise, önümüze gelen sorun “politika” ile olan kişisel ilişkimizdir…

Her [çağdaş] birey, kendisini yönetenlerin belirlenmesi ve şekillendirilmesi mekanizmasına aktif olarak katılmak ve bireysel olarak ulaşmış bulunduğu bilinç düzeyini, diğer yurttaşlarının iradesi ile birleştirmek zorundadır. Demokrasi işte bu türden sorumluluklar ve bu sorumluluklardan doğan zorunluluklar rejimidir.

Demokratik toplum, örgütlü toplum demektir.

Sınıfsal, kültürel, sanatsal… ve bunun gibi çok sayıda değişik nitelikteki örgütlenme çeşitlilikleri [kendiliğinden] demokratik toplumu oluşturan tuğlalardır…

Toplumsal örgütlenme, demokratik toplumun, “olmazsa, olmaz” nitelikteki temel bir yapı taşıdır.

Birey olarak her birimizin görevi, bu örgütlenmeleri bilinçli çabalarımızla ile artırarak zenginleştirmek ve var olanların içinde zamanla oluşan taban-tavan uyuşmazlıklarını taban lehine çözüme ulaştırmaktır!..

Türkiye’nin kurtuluşu, toplumsal örgütlenmenin geliştirilmesi ve arındırılması yönündeki kazanımlarla mümkün olabilecektir.

Meselenin özü… Ve esası… Budur!

Önceki ve Sonraki Yazılar