MİLLİ ÇOCUK GELİYOR

Kırk yılı aşkın bir zamandır gençlikle ilgilenmiş bir kardeşiniz olarak her yerde ve her zaman “Milli gençlik geliyor” diye tempo tutmamızın bize verdiği bir alışkanlıkla çocuklarımızın yetiştirilmesinde de aynı sloganı söylüyoruz. “Milli çocuk geliyor” diye…

Milli çocuk geliyor kelimelerinin kulaklarımızı tırmaladığını biliyorum. Çünkü gerçekten çok yeni kelime terkibidir, bu. Ama kırk sene önce Milli Gençlik derken de aynı şekilde kelimeler kulaklarımızı tırmalıyordu. Zamanla söylene söylene kelimelere aşina (tanıdık) olduk, şimdi artık bize hiç de yabancı gelmemektedir.

Milli demek, milletimize ait değerler demektir. Bunun karşısında ise maalesef Batıdan gelen değerlerin (değersizliklerin) çocuklarımıza, televizyon filmleri, bilgisayar oyunları, okul kitapları kanalıyla verilmesi ve onların da bencil (kendinden başka kimseyi düşünmeyen) ve materyalist (maddeci ve çıkarcı) çocuklar olarak yetişmeleri yer almaktadır.

Çocuk zaten yaratılışı itibariyle bencildir. O ister ki annesi ve babası sadece kendisini olsun, onları kardeşlerinden bile kıskanır. Kendisine bir elbise, bir ayakkabı veya bir oyuncak alındığında onu herkesten saklar, sadece kendisi kullanır. Bu veya benzeri eşyalarını hele bir başkası alsın, hemen onun elinden almaya kalkışır.

İşte çocukta var olan ve daha sonra ona aşılanan bu bencillik duygusunu ortadan kaldırarak, elindekini kardeşleri ve arkadaşları ile paylaşabilme noktasına getirebilmek için çocuk üzerinde usanmadan çalışmak gerekmektedir.

Çünkü milli benliğimiz; akrabalar, komşular, arkadaşlar ve misafirler gibi bize göre değişik pozisyonlarda ki insanlarla elimizdeki paylaşmamamız gerektiğini bize emreder. Menfaatçi (çıkarcı) batı toplumu ise her şeyin en iyisinin sadece kendisinin olmasını ister.

İşte size taban tabana bir birine zıt iki toplum yapısı…

Siz olsanız bu toplum yapısından hangisinde yaşamak istesiniz? Veya hangi toplumda yaşamak sizi daha mutlu eder? Elbette ki elindeki imkânları birbirleri ile paylaşan toplumlarda sevgi olur, dayanışma olur, kardeşlik olur. Batılı toplumlarda ise kin olur, kıskançlık olur, kuvvetlinin zayıfı ezmesi ve sömürmesi olur.

“Ağaç yaşken eğilir” diyen atalarımız, eğer mutlu bir toplum yapısını sağlamamız gerekiyorsa önce çocuklarımızdan başlamamız gerektiğini bize işaret etmektedirler.

Nasıl olacak, çocuklarımıza nasıl bir terbiye ve nasıl bir eğitim vereceğiz ki onlar kıskanç ve bencil olmasınlar da diğerkâm (başkalarını da düşünen) insanlar olarak yetişsinler?

İşte ana – babalara düşen görev ile milli eğitime düşen görev budur. Tabii bu görev toplumu yoğuran medya kuruluşlarına (tv, gazete ve internet) da düşmektedir.

ÇOCUKLARA

ÇALIŞMALAR

Milli gençlik Vakfı Genel Başkanlığını yürüttüğüm 1990’lı yıllar. Vakıf olarak geniş bir gençlik çalışma programı yürütüyorduk ama gençliğin hemen önünde bulunan çocuklar için bir çalışma henüz yapamıyorduk.

Biz çocuklara öyle bir çalışma programlamalıydık ki bu çalışma çocuğun yapısına uygun, oyun şeklinde, eğlence şeklinde olsun ama bir taraftan da çocuğumuzun milli ve manevi değerlerimizle tanışmasını sağlasın.

Bir gün elime “Gazavat-ı Hayreddin Paşa” adında bir kitap geçti. Hayreddin Paşa deniz savaşlarından galip olarak Trablusgarp’a (Libya) döndüğünde büyük şenlikler yapılır, başta fakirler olmak üzere yemekler verilir, pehlivanlar (güreşçi) güreşirler, davullar, zurnalar çalar… Böylece zafer kutlanırmış.

Bu arada kent merkezlerinden ve köylerden toplanan yüzlerce erkek çocuğu bir merasimle (şölen) sünnet ettirilirlermiş. Biz de illerde ilçelerde, büyük kasaba ve köylerde şubelerimiz bulunmaktaydı. Bizler de küçük çocuklarımızı merasimlerle sünnet ettirebilirdik.

Konuyu biraz etüt, yönetim kurulu üyesi arkadaşlarımızla istişare ettikten sonra her ay Ankara’da muntazam yaptığımız Şube ve Bölge Başkanları toplantısında arkadaşlarımıza aktardık. Daha sonraları bu çalışmamız o kadar büyük sesler getirdi ki biz bile bu kadar geniş bir yankı yapabileceği doğrusu düşünememiştik.

MİLLİ 

DEĞERLERİMİZİ

TANITMAK

Bir erkeğin hayatının belli bölümlerinde “dönüm noktaları” bulunur. Bu dönüm noktalarında karşılaştığı olaylar onun şuur altına yerleşir ve kesinlikle unutulmazlar.

Bu dönüm noktalarının başında “sünnet merasimleri” gelir. Sonra sırasıyla ilkokulda ilk öğrencili yılları… Daha sonra üniversiteye gidiş… Oradan mezun olma… Bir işe başlama… Evlenme… İlk çocuğu olma… Askere gitme… gibi olaylardır.

Bizler, Milli Gençlik Vakfı olarak çocuklarımızın kafalarına ve kalplerine bu sünnet merasimlerinde girebiliriz. Çocuğumuz hayatı boyunca kendi sünnet merasimini unutamayacağından onun sünnetini yapan bir kuruluş olarak bizi de unutamayacak ve bize taşıdığımız değerlere sempati duyacaktır, diye düşündük.

Bu hatırayı (anıyı) kuvvetlendirmek de için sünnetini yaptığımız çocuklarımızın yakalarına, bir yüzünde Vakfımızın renkli amblemi (işareti) diğer yüzünde çocuğumuzun kendi adı, sünnet olduğu tarih ve sünnetinin yapıldığı şehrin adını yazan 3 veya 3,5 cm çapında madalyalar takmaktaydık.

Yaptığımız araştırmalar bu uygulamamızın çok iyi sonuçlar verdiğini göstermekteydi. Bir şube yöneticimizin; “Sünnet ettirdiğimiz bir çocuğumuz bizden aldığı madalyasını her gelene göstererek; “Bakın beni bu vakıf sünnet ettirdi” diye övünüyor ve onlara madalyasını gösteriyormuş.

Bir yaz döneminde 78 il, 900 ilçe ve 900 beldede yaptığımız sünnet şölenleri yüzlerce sayıya erişiyor, buralarda on binlerce çocuğumuz sünnet edilmiş oluyordu. Pek tabiidir ki bu sünnet merasimlerinde çocukların ana ve babaları, arkadaşları ve davetliler hazır bulunuyor, mehter takımından marşlar çalınıyor, konuşmalar yapılıyor, vakfımız ve vakfın temsil ettiği “milli ve manevi değerlerimiz” bu coşkulu merasimin davetlilerine anlatılıyor, tanıtılıyordu.

İşte Milli Gençlik vakfının “Milli çocuğu yetiştirme” çalışmaları yanı sıra toplumun kalbini fethetme ve onlara milli değerlerimizi tanıtma fırsatı böyle yakalanmıştı ve kullanılmıştı. Ve artık bu çocuk, ortaokulda, lisede ve hatta üniversitede “Milli değerlerimizi” iftiharla taşıyan bir çocuk olmaktaydı.

Önceki ve Sonraki Yazılar