NAMUS!...

 

Namus…

İnsanın cinsel içgüdüsünün serüvenleri ile ilgili dar kapsamlı bir kavram değildir.

Halk deyimi ile, “apış-arasında başlayıp, türlü çeşitli fantezilerle üstü örtülen” bir sosyal-disiplin hiç değildir.

Namus, eni/boyu arşa uzanan ciddi bir sorumluluk meselesi...

Yanındakine, ardındakine, dostuna, komşuna, arkadaşına ve hatta kızıp köpürdüğün karşıtlarına karşı bile hissedilen bir yoğunluklu bir sorumluluk duygusu…

Düşüncenin namusu, düşünceler doğrultusunda yaşama namusu, ilke insanı olma namusu, özveri, sadakat, güvenilirlik gibi değerlerin namusu, namus!..

Vitrini süsleyen değil, dükkânı donatan ve tıka/basa dolduran bir zenginlik, namus…

Reklamsız, gürültüsüz, davul zurna çalmayan bir namusun erdemi…

İnsanın kişisel hedefinde var olmasını umduğumuz bu namus kavramı, kişinin her an sorgulayan dimağı ile, her köşe başında tetikte bekleyen öz-denetim mekanizması ile ve ruhsal derinliği ile her an hesaplaşan bir [iç] mücadele kavgası içinde olmalıdır.

Bu kavga, hatta ekmek kavgasının dahi üstünde yer almalıdır.

Bu mücadelenin niteliği, özü ve şiddeti o kişinin bir birey olarak var olmasını sağlar ve o var oluş içindeki gerçek değerini ortaya koyar.

İşte bu değer, ruhsal derinliğin ta kendisidir.

Kendi kendisini yaratma mücadelesi içinde kendiliğinden oluşan bir derinlik, bir değer ve bir yükseklik… 

Ayrıca sözünü ettiğimiz bu değerler oldukça bulaşıcıdırlar da...

Değerlerin kendileri olmasa bile, bu uğurdaki mücadele etkinliği kalıcıdır.

Çünkü bu değerlerin bir bireyin kişiliği içinde yeşermesi… Ve hele hele gelişerek yerleşmesi oldukça güçtür.

Belki zaman zaman yenilerek, ama hiçbir zaman pes etmeden ve teslim olmadan sürdürülecek olan bu mücadelenin kolay bir uğraş olduğunu ileri sürmek hayalcilik olur.

Çünkü ulaşılacak mevziler maddi değil, manevi niteliktedir. Kazanılacak somut bir kupa ya da yakaya iliştirilecek bir rozet mevcut değildir.

Çünkü insan olma mücadelesinin sonlandığı bir kilometre taşı ya da belirli bir mertebe yoktur.

Esas olan bu mücadelenin içinde, yenilgilerden güç ve tecrübe birikimi üreterek sürekli olarak yürümektir.

Sürekli olarak yürümek!..

Önüne konan koltuklara aldırmadan sürekli yürümek, bir demet çıkar ya da alkışın ardında duraksamadan, gevşemeden yürümek…

Yaşamakta olduğumuz çağ işte bütün bu değerlerin üzerinden bir silindirle geçmiş ve toplumun bireylerini bir çıkar çarkının karmaşası içinde devinip durmaya terk etmiş ve bu kaostan şikayetçi olanların önüne de, radikal nitelikteki bağnaz inanç modelini monte etmiştir.

Dolayısıyla ortaya belirli bir otoriteye bağlı ve bağımlı “gönül insanları” çıkmış ve rasyonel akıl, pratik yaşam içinde çağın kültürel koordinatları dışına iteklenmiştir.

Demek ki, önümüzdeki hedef, aydınlanma çağının kazanımlarını yeni baştan keşfetmek, koruma altına almak ve sindirmektir.

Önceki ve Sonraki Yazılar