NEŞE, ÖFKE ve SEVİNÇ!..


Her şey birbirinin aynı, basit, kolay, sıradan ve yavan olacak…
Seyredilen filmler [ya da diziler] vıcık vıcık, yavan ve sıradan yaşamları aktaracak.
Kırk yılda bir roman okunacak olsa, o roman da sıraladığımız bu nitelikleri aşmayacak.
Şiirlerin ise, kafiyeyi tutturması yeterli, ayrıca yine vıcık vıcık, basit, sıradan ve yavan olmayı sürdürecek.
Tıpkı yaşanan hayatlar gibi sıradan, bayağı, tek düze ve sığ…
O küçücük dünyalarda nitelikli bir sevince, nicelik oluşturan bir öfke ve neşeye yer yok!... Gerek de yok… Derinlik yok, giz yok, gizem yok, yükseklik yok…
Sevinç, öfke ve neşe!..
İsmin beş hali gibi, ruhun varlık sebepleri bunlar: Neşe, öfke ve sevinç!
Oysa günümüzün renkli camlı ekranının temel görevi, insan ruhunun varlık nedenlerini eskitmek, eksiltmek ve sonuç olarak sıfıra yakın bir yerlerde kazığa bağlamaktır.
İşte bunun için renkli ekran, bu değerleri ıska geçerek sunar izleyicilerine.
Kalabalıkların kültürel çıtalarını aşağılara doru esneterek yeniden şekillendirir Dünya’yı… Ve adına örneğin, “Haber Bülteni” der… Dizi der, gezi der, magazin der, moda der…
Oysa, Dünya böyle değildir!
Hayır, Dünya bu kadar yavan, bu kadar bayağı ve bu kadar sıradan değildir…
O’nu izleyicilerinin al kültür ortalaması düzlemine indirgeyerek yeniden onlara yansıtanlar, aslında, izleyicilerinin önüne kendilerini seyretmeleri için birer ayna koymaktadırlar…
Ama nafile…
Çünkü ekran budalası izleyici, o aynada kendisini görmek yerine, benzerlerinizin acıklı haline bakarak, “Şükür Yarabbi”, diyebilecek bir divanelik içindedir.
Çünkü o biçare izleyici, kendini bilip/görmez bir denizin içindedir…
Ve onun için nafiledir acıklı hayatı.
Ve sürekli olarak sadece kendisini izleyen bir kuş beyni tarafından yönetilir.
Kendisini izler, renkli camdan medet umup izlediği dizilerde kendisi gibileri dikizler ve için yuvarlandığı hayata teğet geçerek sürdürür yaşamını…
Renkli camın haber programlarında ya tecavüz ya dedi-kodu ya da manken totosu izler ve seyreyler önünden hızla geçen trenin vagonlarını birer birer, biteviye…
Ve toplumun önemli bir çoğunluğu “yaşamı” böyle kenarından seyretmeyi sürdürdükçe bizler de yaşamı, olağanüstü güzellik ve derinlikleri ile değil, önümüze serilen bir yumak çile olarak çekmek külfetinden kurtaramıyoruz kendimizi bir türlü…
Oysa hayat böyle basit bir düzlemde sürdürülmese, filmler bir dizi tembelliği içinde seyredilmese, kitaplar, kapaklarının dışından seyredilmese… Hayatın içine girilse, özüne dokunulsa, ülkenin halinden sorumluluk duyulsa, düşünülse olup bitenlerin nedenleri, kökenleri ve niçini/ nasılı yaşamın…
İşte o zaman tez elden firar eder tarikat erbabı bu ülkeden… Yatsıdan önce kılınır namazı gerici düşüncelerin…
- Nasıl bilirdiniz?
- Kötü bilirdik!
İşte o zaman biz bu kaderi hep birlikte, anca ve kanca beraber değiştirmenin yolunu bulabiliriz akıl yordamıyla…
Ve ülkemizi tekrar dirliğe, düzenliğe ve aydınlığa ulaştırmanın düdüğünü çalabilirdik…

Önceki ve Sonraki Yazılar