Seeev!.. Sevebildiğin Kadar…

 

 

Sevgilinize küçük de olsa bir hediye aldınız mı?

Karınızı ya da kocanızı sevgili belleyip, hediyenizi onun gönlüne çaktınız mı?

Hayır mı?

Peki, niçin dinlemiyorsunuz toplum mühendislerinin o güzelim öğütlerini?

Niçin tüketmiyorsunuz onların size bellettikleri gibi?

Yeterli paranız olsun ya da olmasın, ne fark eder; kredi kartınız yok mu?

Ve niçin “sevgililer günü”nü tüketim toplumunun kendi çıkarına kullanmasına “dur!” deyip, bu anlamlı günü ondan geri alıp, yaşamınızın 365 gününüze yaymıyorsunuz?

Sevdiğiniz insanın gönlünü almak için ona mutlaka nesnel/ve maddi nitelikte bir şeyler “vermek” gerekmediğini niçin düşünmüyorsunuz?

Vermek mi?..

Evet!

Ama beylerin paşaların satamadığı malların izdüşümünde tüketmek ve yine tüketmek için değil, örneğin bir hayatın tümünü [nakden/ve manen/ve peşin olarak] sevginin kendisine bağışlamak için vermek…

Hibe etmek değil, arz etmek!..

Adet yerini bulsun diye değil, gönlünüz coşup, kükrediği için!..

Örneğin, bir ömür boyu besleyip, büyütüp, gürbüzleştirdiğiniz sevginizi sunmak için…

Sadece sevgilinize mi?

Hayır, o kadar bencilce değil.

Yaşamınıza karışmış ve size eli ya da beyni değmiş, gönlü seğirtmiş her erkeğe, her kadına, her dosta arz etmek için bu en değerli özünüzü… Vermek!

Çünkü sevgi bir insanın ürettiği en temel özüdür.

Şöyle diyor bir düşünür:

- Büyümek, hayallerinizi ve umutlarınızı taşıyabilmektir… Özlemek değil!

Ne diyorsunuz?

Bizce bir insanı büyüten gerçek, onun sevgisinin niteliğidir, derinliğidir.

Çünkü sevgi, sevgiliden bağımsızdır. Sevgi, seven kişiye ait, onun ürettiği bir yükseklik duygusudur.

“Sevgi”nin sübjesi seven kişidir.

Objesi ise, sevilen kişi, yani sevgili…

İşte sevgililer günü bu objenin anımsanmasının, sevgi üzerine düşünmenin, sevgiliyi yeni baştan bilincimizin ve gönlümüzün süzgecinde yeniden gözden geçirmenin günüdür.

O’nu, alış-verişin azdırıldığı ve çarşı esnafının göbek attığı naylon bir gün olarak değil, sevgi yeteneğimizin gözden geçirildiği değerli bir gün olarak yaşamaya çalışıyor ve bu anlamda kutsuyoruz.

Ne diyordu Nazım babamız, kadim gençlik arkadaşı [öykü kahramanı] sevgili Benerci’ye, anımsıyor musunuz?

 

“Sevmek mükemmel iş delikanlım.

Sev bakalım…

Mademki kafanda ışıklı bir gece var,

benden izin sana,

seeeeev

sevebildiğin kadar…”

 

Ama, acaba ne kadar?

Nasıl?

Ve hangi düzeyde?

İşte biz de belki, sadece o kadarız…

Bu yıl ki Şubat’ın 14’ünde, gelin hep birlikte bunu düşünelim.

 

Önceki ve Sonraki Yazılar