SIRA GELDİ KIRMIZI KARTA!..

Hükümetin açılım politikaları sonucunda Öcalan, İmralı’da önemli bir merkez haline getirilmiştir.

Milyon dolarlar harcanarak kendisine [demir parmaklı da olsa] bir villa yaptırılmış, “malikânesinin” badana ve boyaları yenilenmiş ve televizyonlu “kaptan köşkü”nden avukatları aracılığı ile terör örgütünü yönetmesine açıkça izin verilmiştir…

Aynı Öcalan, Hükümet’in “açılım politikası”nın yönlendirici mimarı durumuna gelerek nitelikli bir misyon üstlenmiş ve Türk hükümetinin yürüttüğü Güneydoğu politikasının muhatabı konumuna yükseltilmiş bulunmaktadır.

Öte yandan terörle dişe diş mücadele veren çok sayıda komutan, PKK itirafçılarının verdiği “ısmarlama” ifadelerle suçlanmakta, soruşturulmakta ve hatta tutuklanmaktadır…

Bu soruşturmaların terör şüphelisi ve sürdürülmekte olan davaların terör sanığı konumuna sokulan bir ko lordu komutanımız, İskenderun bölgesinde terörle mücadeleyi yönetmekte, aynı görevin en tepe noktasındaki 3. Ordu komutanı bir orgeneralimiz, terör örgütüne üye olmak suçundan sanık olarak yargılanma durumunda bırakılmaktadır…

Sözünü ettiğimiz bu hilkat garibesi durum, PKK’nın haznesine bir “artı” olarak eklenmekte; Türk Silahlı Kuvvetleri mensupları için ise, “a-simetrik psikolojik savaş”ın bir parçasını oluşturmaktadır…

Terör örgütü üyesi olmakla suçlanan subayların komutasındaki bir ordu terör örgütü ile nasıl savaşacaktır?..

Türk Silahlı Kuvvetleri böyle bir açmazın içine nasıl düşürülmüştür?..

Daha da önemlisi: İçine yuvarlanılan bu kaos ortamından nasıl çıkılacaktır?..

Türk basınının gerçek namus abidesi olan ve Türk aydınlanmasının çınarı olarak nitelenen Sayın İlhan Selçuk, bu kaos ortamının gel/gitleri arasında nasıl katledilmiştir?..

85 yaşına ulaşmış olan bu silahlı terör örgütü üyesi[!] ulu çınar, bugün tüm Türkiye halkının gönlünde kurduğu tahttan, alkışlar arasında toprağa verilmektedir…

Türkiye nerelere getirilmiştir?

Ve daha nerelere sürüklenmek istenmektedir?..

Demokratik sistemin kuralları içinde ve hukuk devleti ilkesini yeniden tesis ederek bu karanlığın içinden çıkabilmenin yolu bulunabilecek midir?..

Hapisten çıkan emekli 1. Ordu Komutanının gazetecilere söylediği söz çok manidardır:

-Ben hiçbir zaman cuntacı olmadım… Ben Devrimciyim!..

Kendisine Türkiye’nin üç ordusundan bir tanesi emanet edilmiş bulunan şerefli bir Türk generalinin bilincinden dökülen kesin, kararlı ve anlam yüklü sözlerdir bunlardır…

Ancak varılan bu noktada acı olan, yaşını başını almış bu değerli generalimizin vaktini hapishanelerde, savcı odalarında ve emniyet memurluklarında geçirmekte olmasıdır.

Ama, hemen 20-30 mil ötedeki bir adada, milyonlarca Dolara mal olan yeni restore edilmiş, denize nazır demir parmaklıklı villasından, rahatlıkla silahlı terör örgütünü ve TBMM’deki terör destekçisi “gurup”u yöneten bir ele başı bulunmaktadır.

Ve Türkiye’yi yönetenlerin adi suç dosyaları, aynı TBMM’nin çatısı altında, sumenlerin arasında saklanmaktadır…

Bu kadar yaman ve yakıcı çelişkiyi bir halk uzun süre kaldıramaz…

Bir devlet, bu kadar açmaza düşürülemez.

Bir ülkenin ordusu bu çapta bir çapraz ateş altında tutulamaz…

Ve bir hukuk devletinde adalet mekanizması, bu ölçüde bir baskı ve tehdit altına alınamaz…

Bütün “bu ahval ve şerait altında” Türkiye halkı, aklını bir an önce başına toplamalı, düdüğünü çalmalı ve göstereceği kartın rengini belirlemelidir…

Yoksa bu maçın sonucu, daha şimdiden bellidir!.

Önceki ve Sonraki Yazılar