SİYASETİN KİRİ ve “UFAK” BURJUVA DÜŞÜNCESİ…

 

  

Hayır, her şey siyaset değil…

Her düşünce, ekmeğini siyasete banmak zorunda değil…

Politikanın madrabazlıkların karşı kıyısında, siyaseti, kendisini, evini, çoluk çocuğunu, komşularını ve tüm yurttaşlarını [yani vatanını] korumak ve savunmak anlamında ele alabilen, bu düşüncesini de ortak ulusal bilincin paydasına katabilen ve böylece ortaya çıkan her neyse onu, kişiliğinin imbiğinde damıtabilen bir insan!... DEVAMI, www.soruyusormak.com

Evet, o insan!..

Bakın sevgili yurttaşlarım… Ve bana bir dokunuş uzaklığında duran tüm arkadaşlarım… Ancak, o “insan”ı yaratabilirsek… Ve o insanların oluşturduğu bir ortamın [haydi diyelim ki, toplumun] içinde bizler de bizzat, yer alabiliriz…

O insanı yaratmak için yola çıkmaktır siyasetin özü…

Bu yolculukta, yolun kendisi, yolun sonunda ulaşılacak hedeften daha değerlidir; daha anlamlıdır…

Çünkü bu nitelikli yol, politika içinde olmamızın özrünü de içeren ve onu meşru kılan bir özü ve esası içermektedir…

Siyaset kirlidir.

Ama gereklidir.

Bu kiri arıtabilme imkânını  içinde barındırdığı için gereklidir. Bu kirin kökünün kazınması zorunlu olduğu için gereklidir…

Çünkü bileşik kaplar teorisi, toplumlar için de hükmünü sürdürmektedir.

Sizin boşalttığınız hacim, birileri tarafından doldurulacaktır.

Çünkü, eğer kamusal çıkar, adalet ve özgürlük yönündeki çaba ve idealler mücadelenin er meydanını terk ederlerse, boşaltılan bu alan çıkar hesaplarını meslek bellemiş kişisel menfaat erbabı tarafından kolaylıkla doldurulacaktır…

Dünyanın merkezini ayağının bastığı yer olarak gören “ufak burjuva” aydınımız kendine gelmelidir!..

Dünyayı tek başına kendisi yarattığı[!] halde, örgüt içinde çalışmanın özverisi içine kendisini yerleştirmesine gönlü razı olmayan bencilliğinden arınmalıdır.

Siyaset toplumsal bir mutabakatla başlar. Ve kitlesel bir yoğunlukla sürer…

Ve o toplumsal mutabakatın eylem alanını [ya da yönünü] örgütsel karar, yani toplumsal bilinç belirler…

O toplumsal bilinç  ile bireysel irademiz her zaman, her an ve her olay karşısında tıpa tıp bir mutabakat sağlayamayabilir…

İşte bu “ufak” burjuva aydınımız açısından bu nokta çok önemlidir.

O, ya ufaklığının içinde daha da küçülecektir…

Ya da bencilliğinden arınarak, toplumsal mücadelenin değerli bir “paydaş”ı olma erdemini yüklenebilecektir…

Tabiidir ki, oluşan [ve her gün değişen] toplumsal bilinç paydası ile mutabakatsızlığını  mahfuz tutacaktır… Bu duruş, ayrı ve müstakil bir düşünce namusudur.

Ancak…

Kitlenin “devrimci”  akışı, her şeyin üstündedir.

Çünkü, mahfuz tutulan uyumsuz düşüncenin de hedefi, aslına bu aynı devrimci akışın başarısı ve zaferidir…

Ama devrimci insan kişiliği, devrimci akışın sürekliliğini sağlayan sağlıklı ve özgür nitelikli bu “mahfuz tutma” duruşlarının sergilenmesi ile zenginleşebilir…

Çünkü mahfuz tutulan bu düşünceler, ırmağa doğru akan devrimci eylemin zenginliğini oluşturmaktadır.

İşte sözünü etmeye çalıştığımız bu ufak burjuva düşünceleri, ilkin küçük burjuva, sonra daha büyük ve bir sonraki aşamada da, gerçekten büyük birer düşünce haline gelebilir ve hedeflenen toplumsal ve bireysel devrimlerin hayatın içinde akıp giden ritmine çok daha büyük bir dayanak ve kaynak oluşturabilir…

İşte diyalektik düşünce yolumuzu böyle aydınlatmakta ve dünyayı, ülkemizi ve kendimizi değerlendirmemizde bizleri bu biçimde aydınlatmaktadır. 

Önceki ve Sonraki Yazılar