ŞEREF PINARBAŞI

ŞEREF PINARBAŞI

SÖKE, KARAKTER VE YEMİN

Söke Ege’nin bir kentidir. İnsanın karakter yapılanmasında, Ege’nin anlayış iklimi hakimdir.
Anımsadığım kadarıyla DİSK’in (Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu) 1990 yıllarında 12 Eylül faşist darbesi soncunda yapılan baskılara dayanamayıp da konuşan solcu, sosyalist, komünist kişilerin bölgelere göre dağılım anketinde, ötenlerin büyükçe bölümünün Doğu ve Güneydoğu bölgelerine aitti. Hiç ötmeyen bölge insanları ise Ege bölgesinin solcu, sosyalist ve komünistleriydi. Çok doğaldır ki 12 Eylül de gözaltı, tutuklama ve mahkumiyetlerle ilgiliydi. Disk’in web sayfasına girilirse sanırım orada tarih ve konulara ilişkin anketler vb. sonuçlar görülecektir.
Ben şahsım 1977 onuncu ayında öğretmen olarak Söke’nin Güneyyaka köyüne gelip 1990’a kadar Kuşadası köyleri, Sarıkemer ve Söke’de öğretmenlik yaptıktan sonra 3 yıllığına Ankara’ya atanarak geldim. 1993 sonunda emekli olup tekrar Söke’ye döndüm. 2007’de Söke’deki ikameti bırakıp tekrar Ankara’ya döndüm.
Bu arada yani geliş gidişlerde toplumların karakter yönlenmeleri dikkatimi çekmişti. Yozgatlı biri (Orta Anadolulu) olarak zihinsel yapılanmam Doğu kültürü ile bezeli veya ağırlıklı olduğu gerçeğini, 5 yıldan sonra Ege kültürünü irdelemeyle kavrama başladım.
Örneğin 1977’nin sonunda Ege’ye atandığımda, Doğu kültüründen edindiğim zihinsel yapılanma sonucu “Egeliler kaypak olur.” önyargısı ile davranış oluşturuyordum.
Oysa benim Yozgat’ımda ve Doğu bölgelerinde Ege’nin bu bireyleşmiş kültürüne ulaşması yıllar alacak ve de karakterlere yansıması ise asırlar alacak gibi gözüküyordu. Nitekim DİSK araştırması bu durumu ispat etmişti.
Diğer yandan Devrimci ahlak yapılanmasında da ne yapılırsa yapılsın toplum adınaydı. Eğer toplum adına soygun yapmışsan, onun bir kuruşuna halel getirmeden örgüte taşıyacaktın. Bu anlamda yakalandığında da örgütü ve örgütten kişileri ele vermemek adına yemin dahil yalan söyleyebilirdin.
Bu manada çok yakınımdaki bir insanın yalan yere yemin edişine tanıklık ettim. Bu iş için özellikle Ankara’dan Söke’ye maddi ve manevi zorluklar yaşayarak geldim. Söke’de ve daha sonra Didim’de “Yalan yemin”i izledim ve dinledim. Yemin ederken şahıs, gözüme bakamıyordu ama boşluğa doğru dönüp hafif sırıtmayla “Bak nasıl yemin ettim” der gibiydi.
Tek kelimeyle üzüldüm. Kişilerin ülkemizde 1 ton kömüre, 5 kg. makarnaya kendilerini sattıklarını biliyordum, çünkü bunları gördüm, yaşadım, yaşıyoruz. Ama bunun çok bariz yalanı edebilmesini ülkem ve toplumum adına geleceğin hala karanlıklarda olduğunu düşündüm.
Neden toplum adına üzüldüm, bakın:  Dante 1300 yıllarında ne diyor.? “Cehennemin en karanlık yerleri buhran (kriz) dönemlerinde sessiz kalanlara aittir.” 1300 yıllarında yani bundan 700 yıl önce bunu söylerken, yalan yere yemin eden, fakülteler okumuş, üst düzeyde sendika, dernek yöneticiliği yapmış bu yemini eden insanlara ve toplumdaki SESSİZ kalan diğer insanlara ne demeli?
Eşekle 200 metre eşmeden testilerle ile su getirirdim. Testileri dolduruluncaya kadar durmayan eşeğe, büyükçe bir şekerpancarını önüne koyarak onu yemeden testileri doldurur ve yola düşerdim. Para, mal ve sahte itibar peşinde olan insanlara büyükçe bir pancar atılarak, onu kemirmeden üstüne yük vuruluşunu seyrediyorum. Kimsenin bunun altından kalkabileceğini zannetmiyorum.

Önceki ve Sonraki Yazılar