ZEYTİN MORUYDU GECE

 

Zeytin moruydu gece...

Asırlık kent, dağarcığına yeni yaşam tortularını dolduruyor an an.

Güneş biraz daha geç battı bugün.

Gündüzler uzuyor, ısındıkça havalar.

Isınan cisimlerin genleşmesi gibi .

Ayakkabı boyacılarıyla ünlü kentin, tekmil boyacıları boya sandıklarını son kez yoklayıp

eksiklerini tamamladılar.

Yelkenli marka cilâ kutularını sıkıca kapattılar.

 

Çocuklar...

Yurtlu çocuklar...

Kimsesiz, anasız babasız çocuklar.

Topluca ders odalarından çıktılar.

 

Ders çalıştılar.

Şakalaştılar, gülüştüler bir saat boyunca.

Nöbetçi öğretmen, sessizliği sağlamak için bağırdı, azarladı onları zaman zaman...

Mektup yazdı kimisi, kimisi defterinde kuruttuğu gülü kokladı.

Şiir yazanlar oldu özlemli, yarınlara...

Sevgiliye iki satır mektuplar yazıldı, kenarları çiçekli.

Sıcacık ana kucağı özleyenler oldu.

 

Yatma zamanı gelmişti şimdi...

Önceki her gece gibi ellerini, ayaklarını yıkayıp yattılar.

Grup grup ayrıldıkları odalarına çekilmişlerdi.

Bahar geceleri kendini sıcağa vurmuştu, kış ayazı yerine.

Kışlık yorganlar ağır geliyordu artık.

Çocuklar uyumadan önce her zamanki gibi olağan zıpırlıklarını yaptılar.

Güreştiler.

Yastıkları birbirlerine atıp yastık savaşı yaptılar.

Güçlü olanlar, küçüklerine kirli çoraplarını yıkattılar.

Sürgit kurallar sürdü gitti.

Nedim öğretmen,bir hortuma geçirdiği kızılcık sopasını tüm yatak odalarının kapısına üçer

kez vurdu.

Tüm çocuklar sustular.

Sustular,çünkü hortumlu kızılcık, dördüncü kez yeni tıraşlı başlarına inebilirdi.

Nöbet odasına inmeden önce üçüncü kattaki tüm lambaları söndürdü Nedim öğretmen.

Aralarında fısıldananlar da günün yorgunluğuyla bir süre sonra uyudular.

Nöbetçi öğretmen, gececi Mümin amcayı denetledikten sonra nöbet odasına geçti. 

Koltuğa uzandı.

Cep radyosunu kulağına dayadı.

“Keşke o denli hızlı vurmasaydım.”diye düşündü.

Konuşma uyarılarına uymakta geç kalınca çocuğa okkalı bir tokat patlatmıştı.

“Masaya çarpmasaydı burnu kanamayacaktı.”dedi.

Bu düşünce onu biraz rahatlatır gibi oldu.

Suçunun bir bölümünü masaya yüklemişti ya.

Yine de, onlarca kez pişmanlık duymuş olsa da,bu kez yine sinirlerine direnememesine kızdı.

“Fiziksel ceza kesinlikle yok.” demişti yuva müdürü,göreve başladığı ilk gün...

Müdürün sözleri yüzlerce kez çınladı kulağında.

Vicdanını hiçbir şey rahatlatmıyordu.

Gözyaşları,burnundan süzülen kana karışmış çocuğun yüzü yapıştı belleğine.

“Sen çok kötü bir insansın!”diye azarladı onu, içindeki iyi ben.

Düşünceleri,önceki gece evde yaşadıklarına aktı gitti hızla.

“Neden sürekli mutsuzum?”  ...?

Yine kavga etmişlerdi,karısıyla.

Tam da sevişmelerinin ortasında.

Yere düşüp kırılmıştı tüm arzuları değerli bir vazo gibi...

Gözlerini yumdu,Nedim öğretmen,radyoda Zeki Müren söylüyordu.

” Bir tebessümün bin vuslata değer.”

 

Altmış sekiz Bekir, giysileriyle hâttâ ayakkabılarıyla girdiği yatağında doğruldu.

Koca taş yapının sessizliğini dinledi.

Yataklardaki soluk alış verişleri yayılıyordu geceye.

İmgelerini düşlerine taşıyan çocukların bildik sayıklamalarını duydu.

Her gece çiş yapan çocuklar, çoktan ıslatmışlardı altlarını.

Ilık ılıktı şimdi apış araları.

Yorganın altında terlemeye başlamıştı Bekir, Altmış sekiz Bekir.

Kendi yerine yastığını yatırdı boylu boyunca yatağa.

Üzerini yorganla, ustaca örttü.

Yorganı kaldırmadan, yatağın boş olduğunu anlamak olanaksızdı.

Sessizce birinci kata indi.

Gececi Mümin amca tütün tabakasından sardığı sigarasını dumanlıyordu.

Yorgun ve uykuluydu.

Gündüz uyuması gerekirken uyumamış,ırmak boyundaki bahçesini çapalamıştı.

Gözleri ve kulakları artık iyice yorulmuştu.

Bekir’i ne gördü, ne de duydu.

Dersliğin arka bahçeye bakan penceresinden atladı Bekir.

“Bulgar Mektebi” diyorlardı,çevresindeki bahçeli evleri gölgesiyle bir dev gibi

kucaklayan bu yapıya.

Bir zamanlar, Bulgarların okul olarak kullandığı beş katlı yapının, en üst katı

yıkılmış, dört katı onarılarak Çocuk Esirgeme Kurumu’na yurt yapılmıştı.             -sürecek-

Önceki ve Sonraki Yazılar