AB içinde erimek

Avrupa Birliği’ne girebilmek için yasa üstüne yasa değişiklikleri yapıyoruz. Ama Avrupalıla halen, bizi bir Avrupalı gözü ile  görmek istemiyorlar.
İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ülkesi ekonomik olarak çöküş içine geçen Yunanistan, komşusu Türkiye’nin yaptığı yardımları almam demiyor, aynı zamanda da Avrupa ülkeleri ile flört ediyordu.
O yıllarda bir lira, Yunan parası karşısında dört kat daha değerli idi. Ancak Yunanistan’ın bir plânı vardı. Önce üstünlük, sonra Helenizm. Yunanistan’ın en büyük hayali.
Her ne kadar Türkiye’den yeterli yardımı görüyor idi ise de, Eğe Denizi üzerindeki üstün egemenlik hayalleri devam ediyordu.
Kıbrıs, Yunanistan için bir idealdi. Ne pahasına olursa olsun sonunda Kıbrıs Yunanistan’ın olmalıydı.
Bunun içinde gerek Ege Denizi’nde gerekse Kıbrıs’ta devamlı problemler çıkmalıydı. Yani iki hatta, soğuk savaş  hiç bitmeden devam etmeliydi.
Bu nedenle de; Yunanistan, Türkiye’nin içinde bulunduğu bütün faaliyetlerde bulunmalıydı ve Türkiye’den daima üstün gözükmeliydi.
Görüyoruz ki Yunanistan, yavaş yavaş  biraz da Türkiye’deki dış politikacıların beceriksizlikleri sonucunda, bu hayallerine yaklaşmaktadır.
İşte son durum;
Yunanistan ile Türkiye aynı tarihlerde AB’ye  baş vurmasına rağmen  Yunanistan, AB birliği üyesidir.
Bu da yetmiyormuş gibi, Kıbrıs Rum Kesimi de AB birliği üyesidir. Hatta ve hatta bizden sonra AB y müracaat eden ekonomisi bizden kat kat kötü olan devletlerde AB üyesi olmuştur.
Yunanistan, AB birliğine girdikten sonra para değeri birden bire yükselmiştir. Bugün Yunanistan’da kişi başına düşen milli gelir, bizim milli gelirimizin üç katına yükselmiştir.
Yunanistan milli gelirini bu derecede yükseltirken, Yunanlı olduklarını hiçbir zaman unutmadılar. Nasıl bu gün Almanlar, her zaman Alman olduklarını , Fransızlar, Fransız olduklarını, İngilizler, İngiliz olduklarını deklare ederler, Yunanlar da,  Yunanlı olduklarını  her yerde deklare etmektedirler.
Bu yüzdendir ki bu gün Yunanistan, bizden Kıbrıs’ı, Ege Denizini, Heybeli Ada’yı istemektedirler.
Hatta bu rüyalarını gerçekleştirmek için öncelikle Türkiye’de vakıflar kanununun düzeltilmesini istemektedirler.
Peşinden Ekümenliği ilân edip, İstanbul’u Ortadoksların başkenti haline getirmek istemektedirler.
Tarihimize baktığımız zaman hiçbir tarihte Türklere yapılan soy kırımı gününe rastlayamayız.
Ama kardeş bilinen Yunanistan, Türkiye’nin kurtuluş tarihi olarak kabul ettiğimiz 19 Mayıs’ı Pontus Rumlarının soy kırımı günü olarak ilân etmişlerdir. Hem de Türkiye’ye nispet olsun diye.
Bizler, inatla dünyanın barış hamisi kesilmiş millet olarak kendimizle gurur duyalım.
Gün geçmiyor ki Ege Denizi’nde Türk jetleri ile Yunan jetleri arasında it dalaşı olmasın. Yunan jetleri gün geçmiyor ki Türk Kara sularını ihlal etmesinler. Hem de günde dört beş defa.
Türk jetlerinin Yunan jetlerini hava sahanlığımızdan kovaladıklarını her gün Kuşadası’ndan, Söke’den şahit olmaktayız.
Hükümetlerimiz karşı adalara zeytin dalı yolladıkça, Yunanlı kardeşlerinin  istekleri bitmemektedir.
Türk sanatçıları Yunan sanatçıları ile tabak kırıp sirtaki oynadıkça, Yunanistan Kültür Bakanlığı ve Eğitim Bakanlığı okullarında Türk Düşmanlığını işlemektedir.
Yunana savunma bakanlığı AB’li ortakları ile Türk Silahlı Kuvvetlerinde azaltıma gidilmesini isterken, kendileri adaları silahlandırıp, asker yığınağı yapmaktadırlar. Türkiye Laikliği dillerine dolayarak, Türkiye’nin din devleti haline dönüşeceğini  söyleyen Yunan siyasetçileri, Papazlardan izin almadan konuşamıyorlar.
Yine tarihe baktığımızda gerek Mora’da, gerek Girit’te ve gerekse Kıbrıs’ta başlatılan isyanlarda papazlar en önde görünmektedirler.
Şu anda İstanbul’da,  gerek Ekümenlik savunulmasında ve gerekse Heybeli Ada’da açılacak Ruhban Okulu çalışmalarında ön sıralarda yine papazları görmekteyiz. Ege kıyılarından izlenen Yunan televizon ekranlarındaki Yunan milliyetçiliği ile ilgili konuşmalarda papazların çoğunlukta olduğunu görmekteyiz.
Yine Türkiye’deki yıkıcı faaliyetlerin içinde papazları görmekteyiz.
Avrupa’da din adamları her yerde vardır, Yunanistan’da Din adamları her yerde vardır. Ama bizim ülkemizde  din adamlarımız yalnızca camilerde vardır.
Camiden dışarı çıktıkları anda Laiklik elden gidiyor diye ortalığı velveleye verenleri görmekteyiz.
Avrupa’da yayın organları önce kendi devletinin adını yaşatır. Kendi ülkesi aleyhine hiçbir karalama  yapmaz, yapamaz.
Kendi ülkesinin yararına olmayan hiç bir  görüşe de yer vermez. Yunanistan’da da bu, aynıdır.
Hangi ülkede, ülkesinin bölünmesini isteyenler bu kadar çoğalabilir?
Benim canım ülkemde tam tersi işlemektedir. Artık Türkiye’de Türk’üm demek suç olmaya başlamıştır. Kendi kanlarıyla bu ülkeyi kuranların torunlarının şimdi ülkeyi bölmek için uğraştıklarını görüyoruz. Türk olmaktan utanacak hale gelen din adamlarımızı görüyoruz.
Önce Türk’üm diyen din adamlarımızda da sürgünlerin başladığını esefle izliyoruz.
Dışarıda Yunanı, Alman’ı, Fransız’ı İngiliz’i, Amerikalısı Türkiye’yi bölmekle uğraşırken, içeride de bizimkilerde  yıkım işi ile uğraşıyorlar. Bir AB sevdası tutturmuşuz gidiyoruz. Erimek bu olsa gerek. AB  kazanı içine batmışız, içerisinde eriyoruz…
Ülkesini karlayan basın da bizde, ülkesinin kötü yönlerini bütün dünyaya duyurmaktan zevk alan sanatçılar da bizim ülkemizde. Önce dinim, sonra milliyetim diyen, ülke menfaatlerinde uykuya yatan din adamları da benim ülkemde. Sayıları da çığ gibi artmakta.
Şimdi bakıyoruz da güzel ülkemin altını sağcısı da, solcusu da, dincisi de oymaya çalışıyor. Büyük önder Atatürk’ün kapattırdığı ruhban okulunu açacak kadar, azınlık olarak kabul edilenlerin dini vakıflarına yeniden mülk edindirecek kadar, gözlerinde düşmanlık gözlüğü takanlara karşı halen kardeşlik çiçeği gönderecek kadar saf ve temiz miyiz, uysal mıyız, yoksa aptal mıyız? Taktığımız gözlük o kadar pembe ki, artık bu camları değiştirmenin zamanının geldiğini birilerine sormak, hakkımız değil mi?