ABD ve Dostluk

Dünya kamuoyunda barış mesajları vererek yapmış olduğu insanlık kıyımlarının üstünü örtmeye çalışan ABD gerçekten dost mu?

Yöneticilerinin İsrail lobileri tarafından yönlendirilen ABD, kimin iyi dostu, kimin  düşmanı.

ABD’ nin yapmış olduğu, adına da barış, özgürlük ve demokrasi kavramlarını içeren kelimeleri koyarak neden yalnızca İslâm ülkeleri üzerine baskılar uyguladıkları biliyoruz.

Ancak hiçbir devlet başkanı çıkıp da “Neden yalnızca İslâm ülkelerine kurtarıcılık görevi yapıyorsunuz? demiyor.

Gerek Avrupa ülkeleri, gerekse  dünyanın diğer hıristiyan ülkeleri bu soruyu sormaz. Anlarız. lakin Müslüman ülkelerinin yöneticileri neden sormaz, anlaşılamıyor.

ABD Başkanlığına aday alan bütün adaylar,  ya Yahudilere kol kanat olacaklarını söylüyorlar, ya da Ermenilere.

Başkan Bush kendisini Yahudi’lerin koruyucusu ve kollayıcısı olduğunu açık açık söylemişti.

Şimdide Bayan Clinton Ermenilere sahip çıkacağını açıkladı.

Nitekim ABD’nin yaptığı son yıllardaki koruyuculuk politikası, yalnızca Ortadoğu ve Asya’da görülmedi mi?

ABD kurmayları her ay başka başka ülkelere giderek  barış konferansları vermektedirler. Güya ülkelerdeki siyasiler veya yöneticiler, insanlarına eziyet yapamayacakmış, toplu kıyım yapamayacaklarmış.

ABD’nin yapmış olduğu bu toplantılar, İslâm dünyasının içindeki ülkelerin gözlerini boyamak ve onları hipnotize ederek uyutmaktan başka  bir plân değildir.

Her gün Filistin’de İsrail’il  toplu kıyım yaptığını  gömemezlikten gelen ABD’ nin, işine gelmeyen ülkelerin içişlerine karışarak barış hamisi kesilmesi de plân ve tertipdir.

ABD ekonomisinin sos verdiği 2000’li yılların başında, gerek Afganistan’a, gerek Irak’a girerek  barış getirdiklerini söyleyebilir miyiz?

Büyük Ortadoğu Projesinin acilen uygulamaya geçirilerek gerçekleştirilmesi çabası, artık Amerikan ekonomisinin can çekiştiğini göstermektedir.

Bugün ABD, Türkiye ve Türk hükümet yetkililerine  el uzatıyor gibi görünmesinin nedeni de, gelişen Türkiye’nin yarınlarda gelişmiş ülkelerle at başı gideceği sinyalidir.

Gelişmiş ve büyümüş bir Türkiye’nin Büyük Ortadoğu Projesinin bir parçası olmasını istemektedir. İstemektedirler çünkü İslâm ülkeleri içerisinde en diri ülke Türkiye’dir.

Öylese, Türkiye’yi kaybetmemek gerekir. Koltuklarını kaybetmek istemeyen devlet adamları olduğunu iyi biler ABD rahatlıkla Türkiye’de bu planını uygulayabilir. Nitekim de uyguluyor.

Ne acıdır ki, dünlerde Afganistan’da, Irak’ta  milyonlarca insanı katleden ABD  hiç bir şey yapmamış gibi, şimdide Davos’ta barış hamisi kesiliyorlar.

Madem ki o kadar barışçıl bir ülke ise ABD, Yazar Nevzat Laleli’nin dediği gibi neden;

“O kadar barış yanlısıysanız; Felluce’de camide masum Müslüman’ın kafasına kurşun sıkan kim! Ebugureyb’de Müslüman kadınların ırzına geçen kim! Irak’ta en az 550 bilim adamını öldüren kim! Elinde sapanla vatanını savunmaya çalışan Filistinli çocukların üzerine tank süren kim! 32 gün boyunca Lübnan’daki masum sivillere misket bombası yağdıran kim!

Bütün bunları yapanlar bu toplantıları yapanlarla aynı kişiler değil midir? Bunlar Kimi kandırıyorlar!”

Tabi ki en fazla bizleri kandırıyorlar.

Bilindiği gibi Büyük Ortadoğu projesi Endonezya’dan başlayıp, Fatsa bitiyor.

Bu fay hattına baktığımızda, fay hattının içerisinde hep Müslüman ülkeleri bulunmaktadır.

Bu fay hattında yirmi iki tane Müslüman ülke bulunmaktadır.

ABD ‘nin, Türkiye Başbakanı’na es başkanlık sıfatını yakıştırması, Türkiye’de dinler drası diyalog toplantısını yaptırması ve işine geldiği zaman Türkiye stratejik Ortağımız demesinin altında çok gizli amaçlar yatmaktadır.

Dün Pakistan’da, Butto’nun öldürülmesinin, dünden bu güne ABD’nin İran’ı düşman ilân etmesinin ve Suriye’ye gözdağı vermesinin sebebi ne olabilir ki?

Tabi ki nükleer üstünlük.

Geleceğin nükleer devlleri haline gelecek olan Pakistan’ın, İran’ın ve Suriye’nin önün şimdiden kesilmesi gerekmektedir.

Arap petrollerinin nasıl olsa  ellerinde olduğunu ve her an kullanabileceklerini bilen ABD, bu üç ülkenin elde edilemeyeceğini iyi bilmektedir. Bu yüzden de, Türkiye’ye ihtiyacı vardır.

* Sonuç olarak, İsrail Başbakanını Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde  alkışlayabiliyorsak,     

* Vakıflar Kanunu düzenlemeleri sırasında Yunanistan Başkanı Türkiye’ye geldiğinde, O’nu alkışlayarak karşılayıp, “düğün değil, bayram değil, beni niye öptün” diyemiyorsak,

* Ortadoks dünyasının merkezinin İstanbul olmasına ve Ekümenliğin  burada doğmasına göz yumabiliyorsak,

* Borçlanmayı %100 artırarak, kendimizi yiğit olarak görebiliyorsak,

* Yakalanan PKK’lılardan ve elde edilen cephanelerden, silahların ve mühimmatların Amerikan malı olduğunu bile bile halen ABD en büyük askeri ortağımız diyebiliyorsak,

* Dışarıya %4-5’lerle faize para verip, dışarıdan aldığımız kredilere %17 varan faizler ödeyebiliyorsak,

* 222,5 milyon YTL’ lik bütçemizin 50 milyon YTL sini faiz ödemesine ayırabiliyorsak.

Kime dost diyeceğimiz, kime düşman diyeceğimizi de bilmiyoruz demektir.

Artık dostumuzu, düşmanımızı bilmemiz gerekmektedir.

İşte Lozan’ı deldiler ve Sevr’i geri getirdiler.

Devamında Kıbrıs’ta anlaşma isteyenler, sorunu  Avrupa’ya taşıyıp, çözümü Yunanistan’ın istediği şekilde yapacaklarından, Ruhban Okulunun açılarak, yeni papazlar yetiştirileceğinden emin olmalıyız.

Emin olmalıyız, çünkü sıra Ayasofya’nın hırist yan ibadetine açılması sırada bekliyor.

Yunanistan Başbakanı Türkiye’ye, ABD’nin emri ile teftiş müfettişi olarak geldiği çok açıktır.

Şimdi karar vermesi siz sayın okurlarımıza kalıyor.

ABD bizim dostumuz mu, düşmanımız mı?

ABD ve dostluk ne kadar bağdaşıyor, varın sizler karar verin.