AZLEDECEĞİZ, BİTECEK...

FARUK HAKSAL

Çorlu İtfaiye Müdürlüğü kadrosunu takviye etmek için 34 yeni eleman alacağını duyuruyor.

Bu iş için müdürlüğe başvuranların sayısı tam 1040 kişi…

Yani Çorlu ilçesinde itfaiye çalışanı olmak için birbiri ile yarışacak tam 1040 işsiz…

Derken sınav yapılıyor.

Sınavı kazananların sayısı toplam 104 aday…

Bu adaylar ayrıca mülakata alınacaklar…

İnanç katsayıları, siyasi eğilimleri, çevre ilişkileri ve “işe” yararlılıkları ayrıca gözden geçirilecek.

Ayrıca, 100 metre koşturulacaklar, düz direkten kaydırılacaklar, merdiven çıkartılacaklar ve “bir yerlere” bağlı kılınacaklar…

Böylece elenecekler.

Elene elene 34 saf kan, bir yerlere sıkı sıkıya bağlı yararlı kişiler olduklarına kanaat getirilecek ve [inşallah ve Allah’ın izni ile] işe alınacaklar…

Çorlu ilçesinde, bu yararlı çalışma sonucunda geriye 1040 – 34 = 1006 işsiz kalacak…

Hayır, bu tespit doğru değil…

Geriye, Çorlu ilçesinde 1040 – 34 = 1006 adet itfaiye çalışanı olmak için başvuran ve işe alınmayan işsiz kalacak…

Bu iş için başvuranların eğitim durumları ise, daha da çarpıcı bir gerçeği ortaya koyuyor.

Evet… Çorlu ilçesinde itfaiye eri olmak için iş başvurusunda bulunanların içinde çok sayıda üniversite mevzunu, avukatlar, mühendisler ve mimarlar bulunuyor!..

İlk imtihanı kazanan bir avukat ikinci elemede düz direkten kaydırılacak, bir diğer mimar merdivene tırmandırılıp, mühendis arkadaşı ile yarıştırılacak!..

Ve entegral hesapları içinde eğitilmiş bir mühendis belki de avukat rakibi gibi duvardan duvara atlayamadığı için son kertede elenip, sürdürdüğü işsizlik konumuna devam edecek…

Televizyon muhabiri iş başvurusunda bulunan bir üniversite mezunu ile konuşuyor.

İşsiz üniversiteli anlatıyor:

- Ben 9 Eylül Üniversitesi’ni birincilikle bitirdim!.. Birbuçuk yıldır iş arıyorum… Ve halen işsizim!..

Ama üniversiteyi birincilikle bitirmiş işsiz gencin pek Sayın Başbakan’ının gözündeki pembe gözlük bu gerçeği göremiyor…

Ya da Başbakan bu gerçeğin görünmemesi için her bir yurttaşına pembe gözlük dağıtıyor…

Öte yandan bu ülkede halen 52 gazeteci tutuklu.

2.000 gazeteci de tutuksuz olarak yargılanıyor.

Ve bu ülkenin Sayın Başbakan’ı Türkiye’deki basın özgürlüğünün çok gelişmiş olduğundan söz edebiliyor…

Ve yaşadığımız gerçeğin en acı veren yanı ise, bu ülkeyi 20 yıldır yakıp yıkan terör saldırısına karşı dağ başlarında savunan çok sayıda değerli komutan hapishanelerde inlemekte olmasıdır…

Ve bu ülkenin başbakanı bütün bu gelişmeleri “ileri demokrasi” olarak halkına ve hatta Dünyaya anlatmaya çalışmaktadır.

Ama, o dünyanın en iri kıyım kabadayısının temsilcileri bile, Başbakan’ın ne yaptığını anlayamadıklarını söyleyebilecek bir noktaya gelmişlerdir…

Evet, acaba bu “nokta” neresidir?

Bu nokta gerçekten anlaşılamayan bir şey midir?

Yoksa, kontrolden çıkmış, adeta frenleri patlamış bir arabanın şoförüne duyulan güvensizliği dile getiren ince ve diplomatik bir sözden mi ibarettir?..

Halk dilinde “deliğe süpürme” olarak ifade edilen bir yönelişin siyaset dilindeki kibar söyleşisi midir?

Nasıl mı?..

Şöyle: Diyelim ki, bir avukata vekalet verdiniz…

Ve sonra da, çeşitli nedenlerle bu vekaleti geri almak istediniz… Ne yaparsınız?

Gidip noterin kapısı çalıp, vekilinizi “azledersiniz!..”

Siyasette noterliğe gidip, harç ödemeye de gerek yoktur.

Gideceksiniz sandık başına… Ve vekilinizi azledeceksiniz!..

Pulsuz, mühürsüz, damgasız, haçsız…

Ve… Halktan yana, bağımsızlığa aşık, milli değerlere saygılı, ulusal çıkarların savunucusu, aydınlık bir dünyadan yana… Yeni bir vekil atayacaksınız.

İşte hepsi bu kadar!..