ÇOK ÇOK TUHAF BİR ADAM...

FARUK HAKSAL

 

Adam “tuhaf”…

Oldukça bir tuhaf.

Örneğin, görüp seçebildiği ufku, burnunun dibinde bitiyor…

Adamın hırsı, keskin sirkenin kabını palazlıyor.

Adam, “ne olacağım?” demiyor; “ne oldum?” hiç demiyor; sadece kemiriyor kaderinin iplerini, geriyor ha babam, geriyor…

Adam, her bir şeyi üstüne alıyor, alınıyor… Biliyorum bu yazıyı da üstüne alacaktır, alınacaktır ve kıpır kıpır kıprayacaktır göz kapakları…

Adam, bir şey olmayı değil, bir yerlere tırmanmayı koymuştur hedef tahtasına…

Hedef tahtasında ise bir koltuk, bir makam ya da niteliği ne olursa olsun, anlamından soyunmuş bir rozet vardır.

Adam, var oluşunun dinamikleri ile değil, çürük tahtalara basa basa tırmandığı kerevetin terasından bakmaktadır dünyaya.

Adamın hali [gerçekte] haraptır; adam yüzünü yaşama dönecek yerde aynalara düşen alacakaranlık gölgesi ile avutmaktadır kendini… Kendi suretinden gölgeler yansıtan aynalara bakmaktadır sürekli olarak…

Böylece gözünü ayıramadığı aynalardan sızan yansımaların oluşturduğu sanal bir dünyadan süzülerek ve gerçeklere [inadına] teğet geçerek yaşamını sürdürmekte ve anlamadan, anlayamadan, anlamak istemeden ve hatta kendi yarattığı anlamsızlığı dahi algılayamadan yüzüp durmaktadır gününün tekdüzeliği içinde… Yüzüp durmaktadır!

Doğal olarak alacakaranlıktır gününün gölgesi.

Ne bir kitap vardır hayatında.

Ne kınında fokurdayan soyut bir öfke ve ne de bendini zorlayan somut bir “sevinç”..

Hayır yoktur!..

Hiçbir zaman da var olmamıştır...

Ve size fısıldıyorum, not edin bir tarafınıza, hiçbir zaman da olmayacaktır!..

Tuhaftır adam…

Tuhaflığı meşrulaştırmaktır işlevi, olağanlaştırmak ve öylesine yaygınlaştırmaktır…

Tuhaflığı basitleştirmek, bayağılaştırmak ve ayağa düşürmektir görevi… [Lütfen bu üç noktalarda biraz zaman harcayın]

Bencil, nikbin, kötümser, alıngan, karamsar, endişeli, tedirgin, gergin ve sinirlidir her bir zaman… Şöyle bir gevşeyip gülümsediğinde dahi, arkasındaki bir çehre onu ikaz etmekte ve sergilediği kişiliğine geri çağırmaktadır:

- Çok güldün, ağlayacaksın gülmeye devam edersen, demektedir geri plandaki şom ağızlı iç-beni…

Tuhaf adamın önde gelen bir özelliği de fatura tahsil etmeye olan düşkünlüğüdür.

Ama, fatura ödemeye hiç yanaşmaz.

Bir seviyeye ya düzeye erişmek değildir muradı… Birilerinden üstün olmak yetmektedir ona: Sadece ondan ya da bundan üstün olmak, üstte görünmek!..

Yanındakilerden üstün olmak, komşusundan bir adım önde olmak için atmayacağı takla, kurgulamayacağı tuzak yoktur. Ve işte bu nedenle de çevresine sadece üstlerine tırmanabileceği insanları istif eder bu tuhaf adam…

Kendisinden daha iri, daha iyi, daha yoğun, daha bilgili, daha yetenekli daha bilinçli insanlardan kaçar köşe-bucak… Düşman beller onları!

Çünkü gelişmek değil, bir parmak da olsa önde görünmektir bütün derdi.

Tuhaftır “adam”cağız vesselam… Hem de çok tuhaf.

Yoksa…

Yoksa siz bu adamı tanıyor musunuz?

Sahi mi?.. Gerçekten mi?

Hay Allah!..

Yoksa yine mi vurduk baltayı taşa, taşı baltaya?

O zaman biz baltayı sarımsaklasak da mı saklasak, yoksa saklasak da mı sarımsaklasak?

İşimiz zor!