DÜNYA EKONOMİSİ

Dünyayı anlamadan Türkiye’yi anlamak olanaksızdır. Ülkemizin ekonomik, siyasi, askeri, kültürel alanlarda mevcut durumuna ilişkin gerçekçi ve yararlı bir değerlendirme yapabilmek için, dünya ekonomisindeki genel durumu, değişim eğilimlerini, ülkelerin karşılıklı etkileşimlerini ve tüm bunların içinde Türkiye’nin konumunu anlamalıyız. Bu gereklilik, mevcut durum analizlerinde olduğu kadar, geçmişe dair değerlendirmelerimiz ve geleceğe ilişkin öngörülerimiz için de geçerlidir.

Sanayi devriminin yaşandığı 1800’lerden 2. Dünya Savaşına kadar geçen süre içinde dünya ekonomisinde tüm kuralları ve yaşam biçimlerini belirleyen merkez ülke İngiltere idi.

1945’ten günümüze kadar ise, dünyanın politik ve ekonomik dominant gücü ABD olmuştur. Teknolojik İnnovasyon (farklı değişik yeni fikirler geliştirmek ve bunları uygulamak), mekanizasyon, ürünlerin standardizasyonu, ölçek ekonomileri ve seri üretimi içeren muazzam büyüklükte ekonomik bir güç olan Amerikan kapitalizmi, Avrupa’daki benzerlerinden çok daha dinamik ve yenilikçi bir yapıya sahiptir.

ABD; 1945 sonrasında kurulan Bretton Woods sisteminde, ulus devletleri IMF, Birleşmiş Milletler, Dünya Bankası, GATT gibi uluslararası kurumlar aracılığıyla kontrol altına almış, dünya rezerv parası olan dolarla ve hava kuvvetlerine dayalı askeri gücüyle tartışmasız egemen olmuş, herkese açık ve herkesi içine alan bir dünya sistemi kurmayı başarmıştı. ABD, kültürel gücü ve etkisiyle birlikte gerçek bir global güce kavuşmuştur.

1945-1990 döneminde iki kutuplu dünya düzeninde ka pitalist dünyanın liderliğini üstlenen ABD, Sovyet Bloğunun çöküşünün ardından 1990-2000 döneminde tek merkezli bir dünyanın ekonomik ve politik liderliğini sürdürmüştür.

Bugün henüz bebeklik döneminde olan ve dünyayı değiştirmesi beklenen tarihi bir sürece tanıklık etmekteyiz. Tek merkezli dünya ekonomisi çok merkezli bir yapılanmaya doğru evrilmektedir.

Batı tanımı altında toplanan gelişmiş dünya ülkeleri (Amerika, Kanada, Batı Avrupa, Avustralya, Yeni Zelanda ve Japonya),  gelişen dünya ülkeleri tarafından kuşatılmaktadırlar. Gelişen ülkelerin toplam nüfusları dünya nüfusunun büyük çoğunluğunu oluşturmaktadır ve ekonomik büyüme hızları son yıllarda, gelişmiş dünyadan daha yüksektir. Bu ülkelerin ekonomik yükselişleri, küresel güç dengesinde belirgin bir kayma yaratmaktadır. Dünyanın yegane hiper gücü olan ABD, küçülmüş bir dev olmayı sürdürmektedir. Dış politika başarısızlıklarının yanı sıra 2008’den bu yana yaşanan finansal kriz ABD’nin güç kaybı sorununu gündeme getirmiştir.

Çin’in dünyanın egemen gücü, küresel ekonominin kurallarının hazırlayıcı ve uygulayıcısı olarak ABD’nin yerini alıp alamayacağı bugün en fazla incelenen konudur. Ayrıca önemli bir merak konusu da, Çin’in liberal, kapitalist ve demokratik dünya sistemiyle pürüzsüz bir şekilde entegre olup olamayacağı ile ilgilidir. Gelişmelerin yönü henüz tartışılmakla beraber, artık herkesin kesin olarak kabul ettiği durum ise, yeni bir dünya düzeninin yapılanmakta olduğudur.

Dünya ekonomisinde 2000’li yıllarda son yüzyıl ortalamasının %2-3 üzerinde büyüme gerçekleşmiştir. Bu yıllar, 2008’e kadar “altın yıllar” olarak kabul edilebilir. Bu dönemde dünya genelinde izlenen yüksek büyüme seyri ve kalkınma hamlesi gelişmekte olan ülkelerde de ortaya çıkmıştır.

1980-1999 döneminde %3,4 büyüyebilen gelişmekte olan ülkeler, 2000-2007 döneminde %6 büyüme hızına ulaşmışlardır. Bu ülkeler, enflasyonu kontrol altına almayı başarmışlar, makro istikrarı sağlamışlar ve açıklarını azaltmışlardır.

Ancak 2008 yılında başlayan finans krizi, dünya genelinde büyük çalkantıya neden olmuştur.

Krizin 10 Trilyon Dolarlık bir zarara neden olduğu tahmin edilmektedir. 2008 sonrasında Çin ve Hindistan hariç tüm dünya ülkeleri küçülmüştür.

Krizin yarattığı makro ekonomik istikrarsızlığın yanı sıra zenginliğin dağılımında da aktörler değişmiştir. Bugüne kadar zenginlik yaratan tek aktör ABD iken bugün Çin, ABD ile neredeyse baş başa gelmek üzeredir. Dünya genelinde gelir dağılımındaki dengesizliğin en önemli göstergesi, kişi başına gelirin 1000 Dolar ile 38.000 Dolar arasında değişmesidir. Dünya genelindeki gelir dağılımındaki dengesizliğin beraberinde ortaya çıkardığı göç ve terör konusu bugün ve gelecekte insanlığın en önemli sorunlarını oluşturmaktadır.

Dünya ekonomisi toplam geliri içindeki (%) pay:

Ülkeler      2000 2010 2040

ABD         22    22    14

AB           21    22    14

Çin           11    14    30

Japonya   8      6      2

Hindistan  5      6      12

Diğer Ülkeler     33    30    28

Toplam Gelir     44    80    307 (Trilyon Dolar)

Ekonomik  büyümenin temel unsurları; Demografi, finansman ve teknolojidir. Dünya nüfusu önümüzdeki 40 yıl içinde %40 artacaktır. Bu çok ciddi bir rakam ve altyapı, tarım, sağlık, eğitim ve teknoloji alanlarında çok ciddi bir talep ile karşı karşıya olduğumuzu göstermektedir. Dünya toplam geliri 2010 yılında 80 Trilyon Dolar civarındadır, bunun 15-20 Trilyon Doları tasarruflardan oluşmaktadır. Yani, yeni finansman kaynaklarına ihtiyaç duymaksızın finansman sağlayacak kaynak dünyada mevcuttur.

Bugün yaşanan kriz, sistemin borçlanma esasına dayanmasından kaynaklanmaktadır. ABD varlıkların uzun vadede değer kazanacağı  varsayımından hareket etmiş ve dünyada bu suni değer artışından kaynaklanan talep artışını finanse edebilmiştir. Suni değer artışı sadece gayrimenkullerde değil, borsalarda ve devlet tahvillerinde de görülmüştür. 1929 buhranı esnasında ABD’nin toplam borç düzeyi, milli gelirin  %250’si düzeyindeydi. Bu oran, 2007 yılında yani krizin başlangıcında %350 seviyesindeydi. Bugün ABD ekonomisinin borç düzeyi daha da artmıştır (13.9 Trilyon Dolar).

Bu yıl 1 Milyondan fazla Amerikalının iflas etmesi beklenmektedir.

ABD’de borçlar kamu sektörüne devredilmiş, kamu da para arzını arttırmıştır ki bu da bütçe açığı anlamına gelmektedir. ABD konut piyasası neredeyse tamamen devletleşti rilmiştir. İşsizlik %11’in üzerindedir. Tüm bunlar göstermektedir ki, henüz krizden çıkış gerçekleşmemiştir. Dünya genelinde ABD ekonomisine güven azalmıştır, dolar değer kaybetmektedir. Ancak ABD hâlâ dünyanın en güçlü ülkesidir, teknolojik alt yapısı en ileri ülkedir, ordusu kendisinden sonra gelen 11 ülkenin ordusundan daha güçlüdür. Bugün ABD ekonomisi oldukça kırılgan hale gelmiştir, doğrudur ama unutulmamalıdır ki  ABD, konumunu korumak ve güçlendirmek için yeni yöntemler deneyecektir.

Fransız akademisyen Prof. Jaques Attali;  G 20 aslında G 2 dir diyor.  ABD  ve  Çin.

ABD ve Çin bugün için dünyayı yönetmektedirler.

Türkiye olarak bizim en büyük eksiğimiz; Geleceği görebilen, sağlıklı öngörülerde bulunabilecek ve olabilecek gelişmelere göre tedbir alabilecek mekanizmaları kuramayışımızdır.

Örnek: Kişi, ödüllü bir bilim adamı. Diyor ki, “Ben BOP’a karşıyım.” Tamam, sizin karşı olmanız, tehlikenin kapımıza gelmesini önler mi? Bildiğiniz tedbir varsa onu söyleyin.

Eğer fırtına geliyorsa, sizin fırtınaya karşı olmanız onun gelip size ve malınıza zarar vermesini önler mi? Tedbir alacaksınız. Ya mükemmel tedbir alıp, fırtınadan zarar görmediğiniz gibi avantajlı çıkacaksınız, ya tedbir almayıp zarar gördükten sonra aval aval bakıp, bu başımıza nasıl geldi diye ağlayıp duracaksınız.

Bu gün de böyle. Dünya yeniden tanzim ediliyor. Türkiye’nin önünü görüp, dünya ekonomisindeki değişiklikleri, genel durumu, ülkelerin aldığı karşılıklı tedbirleri çok iyi analiz edip, stratejik düşünceye kıymet vererek kendisini koruyacak yeni kurumları oluşturması gerekmektedir.

Bunu yapabilmenin yolu da, “Devlet Adamlarına” sahip olmaktan geçer.

Önümüzde genel seçimler var, herkes iyi düşünüp oyunu ona göre kullanmalı, kullandırmalı.

Tunus’a, Mısır’a, Libya’ya bakın, ülkenizin geleceği hakkında ona göre karar verin. Takdir de sizin, çocuklarınızın yaşayacağı Türkiye’yi  şekillendirmek de sizin ellerinizde…

Not: Bizlere dünyadaki son yayınları tercüme edip, özet halinde gönderen ve www.ozetkitap.comda tüm ilgilenenlerin istifadesine sunan, İzmir’in değerli Beyefendisi Uğur Yüce’ye çok teşekkür ederim.