Geç kalmadık mı?

 

 

Hava ne sıcak nede soğuk. Sanki ağızda gevelenen nane şekeri. Çocuklarının ellerinden tutup  Söke’deki  masal  kahramanlarının arasında dolaşırken insan mest oluyor…

İnananın, oradaki hayaller içerisinde bir tek arkadaş, telefondan gelecek mesaj olabiliyor.

İnsan ister istemez onu arzuluyor. 

Masallar parkının televizyon konulan masalarına oturmak bile gelmiyor aklıma.

Hem niye gelsin ki.

Televizyonlarda doğru dürüst program var mı ki.

Bırakın bunu; verilen haberleri izlediğimizde benim yurdum bu mu diye içimde dertler depreşiyor.

Bırakıyorum her şeyi, çocukların kaydığı kaydıraklara bakmak için yemyeşil çimlere uzanıp sadece dinliyorum.

O da ne, park bekçisinin sinirli düdüğü bu keyfimi de kaçırıyor.

Bende uzanıyorum bir bankın üstüne, gözlerim açık mavi boyası ile boyanmış gökyüzüne dalıp gidiyorum. 

Elli beş yıllık hayat bir bir gözlerimin önünden tren vagonları gibi kayıp geçiyor.  

Güneş yakarken, toprak ta serinletiyor. 

Kim bilir yattığım bank kaç yıllık, belki de yüzyıllık bir ağacın gövdesinden ayrılıp da yapılıvermiş.... 

İnsanlar gelip geçiyor önümden. Gülümseyerek bakmıyorlar, suratlarında bir hüzün ifadesi, borçlardan belleri kamburlaşmış, zorla gülümsüyorlar. 

Gözlerimle insanların bir belirip bir kaybolan kafalarına; o ekonomik kaoslarına değil, kendini rüzgâra bırakan çimlere bakıyorum... 

Oynanan oyunlar yerine, kendimi huzurun kucağına atıveriyorum. 

Onca yaşanmışlık, onca birikim, onca hatıra ruhumu büküveriyor... 

Utanıyorum kendimden, bakamıyorum bu insanlar, gözlerim göğün derinliklerinde… 

Muhteşem bir havada nefes alamıyorum. Göğsüm kabarıp iniyor sürekli....Sağ yanımı ateş kaplıyor. Küt küt vuruyor kalbim.  

Sonra yeni yazdığım şiirim aklıma geliyor; 

Rüzgarlar esmiyor artık benden yana,

Yandığıma inan, bir ben bilirim.

Aşkımı buket yaptıydım ya sana,

Gönderemedim inan, ben bilirim. 

Susuzdum, içtim seni kana kana,

Aşk şaşkınıyım bak,yenildim sana.

Yanıktım,tutkundum inat aşkına,

İnandıramadım, bir ben bilirim.

Bu yaşta, bu parkta, bu sorunlu hayatta, sıkıntılar arasında bir de aşık olmak varmış çilemizde.

Yaşantımız da bir aşk içerisinde. Dönüşü olmayan bir aşk. Ama benimki bambaşka. 

Ben sonu olmayan bir okyanusa aşığım. Okyanus ya, olsun yine de âşık oldum… 

Derin bir aşka. Tutkularımı açığa vurup inkâr edemeyeceğim bir aşka. Anlamsızlığımı anlamlı hale getiren, umutsuz bir aşka. Zor bulup, çabuk kaybettiğim bir aşka.

Nefret ettiriyor bu aşk, parkta bulunan Yedi Cücelerden, Sindirella’dan, Havuzun içindeki kos koca ahtapottan.

Koşar adımlarla kaçıyorum oradan. Arkamda bir avuç aşk bırakarak taş devrine. 

Şehir içi; Kalabalık, insanlar bir birine çarpıp da öç alacaklarmış gibi.

Kargaşa, gazeteler curcuna, meclis yine karışık. Gidiyorum ammaa, ayaklarım parkta kaldı.

Yine aklıma geliyor bir dörtlüğüm. 

Çok geç artık vuslat kaçtı yüzümden,

Geç anladım,soğumuşsun dilimden.

Ne tatlılar yedirdiydin elinden,

Benzeri yok, tadını ben bilirdin.. 

Sonra 301 geliyor aklıma. Hani şu Türklüğü savunan maddeler.

Hani şu Türklüğe hakaret ederek cezadan kurtulmak için yurt dışına kaçanların kaldırılmasını istediği 301’i.

İliklerim donuyor şimdi. Topuklarıma kadar buz gibiyim.

Maddelerde “alanen” kelimesini “kasten”olarak, “Türklüğü” kelimesini “Türk Milleti” olarak değiştirecek elleri düşünüyorum.

Neye hizmet ettiklerini düşünüyorum.

Şimdi başta sevgili yazarları Orhan Pamukları ve Elif Şafak’ları, Apo’ya başkanım diyenleri göbek atarlar herhalde.

Geç mi kaldık yoksa bunları yazmakta.

Geç kalmadık, daha önceleri de yazmıştık.

Geç kalmadık amma... 

Velhasıl, vatana olan aşkım, kalbimde var ettiğim ulaşılması unutturdu gitti.  

Maalesef genel kurula yıldırım hızıyla getirilen bu teklifler çıkarılacak ve meydanlarda attığımız sloganlarımıza bir slogan daha eklemiş olacağız....

“Türklük bizimdir bizim kalacak”

Dörtlükte anlattığım gibi değil mi? 

Suratları asık, gözler kör, yanmış ten,

Barış derken öç alındı bebeklerden.

Düşman dıştan, onlar içerden vururken,

Elin bağlı mı, neden duruyorsun sen?