HAKLI OLMAK GÜÇLÜ OLMAKTIR

NEVZAT LALELİ

Sevgili kardeşlerim,

Yazının başlığında okuduğunuz “Haklı olmak güçlü olmaktır” kuralını, “Güçlü olmak için haklı olmak lazımdır” diye de söyleyebiliriz.

Kendisinin haklı olduğuna inanan nice zayıf insanlar, haklarından vazgeçmemiş ve sonunda haklarını geri almışlardır.

Böyle insanları konuşmalarından ve hareketlerinden hemen tanırsınız.

Çok kararlıdırlar ve cesurdurlar. Hiçbir şeyden korkmazlar.

Çünkü haklıdırlar.

Haksız olanlar belki şirrettirler, asarlar, keserler. Yüksek sesle konuşsalar da yaptığı konuşmadan hemen cayacağını (sözünden dönüvereceğini) anlarsınız.

Bir ikinci önemli nokta, “Haklıların yardımcısı, bir adına cenab-ı Hak da dediğimiz Allah’tır”

Haksızlılığa uğramış “haklılarla, Allah arasında bir perde yoktur” buyuruyor, Peygamberimiz.

Yani haklılar ellerini Allah’a açar da ne isterlerse, Allah onun istediğini verir.

ATALARIMIZ HAKKI TUTARLARDI

Atalarımız da hakka çok önem verirlerdi.

Her zaman, “haksız güçlü de olsa onun karşısında, haklı zayıf da olsa onun yanında…” yer alırlardı.

Onun için atalarımız, tarih boyunca insanlığa huzur ve saadet (mutluluk) getirmişler ve her zaman her yerde aranan insanlar olmuşlardır.

İstanbul feth edileceği günlerde İstanbul’da ki Rumlar; “Biz kardinal şapkası görmektense, Müslüman sarığı görmeye razıyız” demişler ve önce gönüllerinin kapılarını Müslümanlara açmışlardır.

Sonrası kolay olmuş, şehrin kapası da ardına kadar açılmıştır.

Kardinaller, Hıristiyan din adamlarıdır.

Sevgili kardeşlerim,

İçinizde Bursa’yı göreniniz var mı? Ya Ulucamiyi…

Bursa Ulu caminin içinde, yani namaz kılınan yerde bir şadırvan (aptest alma yeri) bulunmaktadır.

Böyle bir şadırvan yeryüzünde hiçbir camide yokken, Bursa Ulucamide oluşunun elbette bir sebebi var.

     

BURSA ULUCAMİİ

Yıldırım Bayezid Niğbolu zaferinde kazanılan ganimetlerle (harpte elde edilen mallar) muhteşem bir mescit yaptırmak ister.

Mimarlar, bugün Ulucami’nin bulunduğu yerin uygun olduğuna karar kılarlar.

Ancak yaşlı bir kadıncağızın bu arsa üzerinde küçük de olsa bir evi vardır. Kadın; “Evim de evim” der evini camiye vermez.

Sultan Bayezid caminin yerini sevmiştir. Hiç hesapta olmayan pürüz canını sıkar. Hatta divanı toplar, çözüm yolu arar. Kadılar (Hâkimler) “mal onun değil mi” derler, “satarsa satar, satmazsa satmaz!”

Bu arada cami inşaatı hızla ilerlemektedir. Ama kadının evinin bulunduğu yere kimse en küçük bir çivi dahi çakamaz. Derken bir gün Sultan’a (Padişah’a) kadının ölmüş olduğu haberi getirirler.

Kadın, evini camiye vermeye razı olmamış. Bir taraftan cami inşaatı devam etmiş ve bu esnada ev sahibinin ölmüş olduğu haberi gelmiştir. Kadılar bu mesele için önce ölen kadının varisleri (evlatları, akrabaları) araştırılır. Ancak bütün aramalara rağmen varisleri de bulunamaz. O zaman kadılardan biri; “Kadının evinin bulunduğu yerde Allah’a secde yapılması uygun değildir. Çünkü rıza (uygunluk) yoktur” derler. Padişah o zaman;

“Buraya, caminin orta yerine bir şadırvan yapılsın ve orada abdest alınsın” der.

Sevgili çocuklar, İşte gördünüz mü, hakka hürmet (saygı) etmenin önemini.

Padişah; “Ben cihan padişahıyım. Birçok savaşlar yaptım, birçok ülkeler fethettim. Bir yaşlı kadının sözü mü olur. Yıkın evini, katın cami arsasına…” dememiştir.

Bir zayıf kadında olsa onun mülkiyet (mal varlığı) hakkına saygı duyuyor ve onun evinin bulunduğu yerde Cenab-ı Hakka secde edilmesini önlemek için şadırvan yapma, formülü ile çözüm bulunuyor.

İşte o gün, bu gün, o şadırvanın muslukları Ulucaminin içinde akar durur.