Hümeyra Sultan’ın Güney Ege Turizmine unutulmaz katkıları 7

E. TURGUT TEKİN

 

* Önceki sayıdan devam

CEVAT ŞAKİR KABAAĞAÇLI

(GİRİT1886-İZMİR1973)

Abdülhamit Dönemi paşalarından Şakir Paşa’nın oğludur. 1886 yılında Girit Adası’nda doğdu. Babası Şakir Paşa’nın büyükelçi  olarak bulunduğu Atina’da çocukluk yılları geçti. Büyükada Mahalle Mektebi ve Robert Koleji’nde okudu. Okulun son sınıfında iken İkdam Gazetesi’nde yazıları ve çevirileri yayınlandı. Daha sonra İngiltere’de Oxford Üniversitesi’nde “YENİ ÇAĞLAR TARİHİ” okudu. Memlekete dönünce türlü dergilerde yazılar yazmaya, çeviriler yapmaya başladı. Resim ve karikatürler çizdi. Yeni bir anlayışla, yeni bir düşünceyle yeni şeyler üretti.

Bir yazısından dolayı Bodrum’a 3 yıllığına sürgün edildi. Burada denizi, denizcileri tanıdı. Eski Yunan Çağında buranın adı “Halikarnasos” (Halikarnas) olduğundan, kendisine “Halikarnas Balıkçısı” lakabı takıldı. Sürgün günleri bittikten sonra Bodrum’da kalmaya devam etti. Balıkçılık, süngercilik, ağaç yetiştiriciliği gibi işlerde uğraştı.

1947 yılında İzmir, Hatay’a taşındı. Burada gazetecilik ve turist rehberliği yaptı. 1971 yılında kendisine Kültür Bakanlığı’nca “DEVLET KÜLTÜR ARMAĞANI” verildi. 1973’te ölünce (87 yaşında) vasiyeti üzerine Bodrum’da bir tepeye gömüldü.

Kısaca biyografisini verdiğimiz Kabaağaçlı güçlü bir yazar,usta bir çevirmen, becerikli bir ressam ve çok dilli bir tercümandı. Biz burada onun bu yönlerinden bahsetmeyeceğiz. Sadece onun Türk Turizmi’ne verdiği emek ve katkıları dile getireceğiz. Çünkü o bugünkü dillendirerek, Türk Turizmi’ne kazandırmış en büyük önderimizdir.

Başlattığı “MAVİ YOLCULUK” sloganı ile Bodrum ve çevresini bir turizm devi yaptı. Şimdi sıra Didim, Milet, Efes, Priene ve Afrodisias’a gelmişti. O yıllarda Söke’de onu anlayan, tanıyan ve eski eserleri tanıtmasında ondan destek ve yardım isteyen iki kişi vardı. Bunlardan birisi Söke’nin genç ve çalışkan Belediye Başkanı sayın Ekrem Karakaş, diğeri ise “SÖKE’Yİ TANITMA VE HARABELERİNİ KORUMA CEMİYETİ BAŞKANI” Sayın Hümeyra Özbaş’tı.

Bu iki çalışkan insan Cevat Şakir’in engin bilgisinden yararlanırlar. Başkan Ekrem Karakaş o yılları şöyle anlatıyor:

- Biz Didim Altınkum plajlarını hizmete açtıktan sonra, yerli ve yabancı turistler gelmeye başladılar. Ben, Cevat Şakir Bey, Hümeyra Hanım 15 günde bir toplanır, yapacaklarımızı konuşur ve planlardık. Yabancı ve hatırlı turistler gelince Cevat Şakir Bey’i çağırırdık. Bir ara Yunan Kralı’nın kardeşi Prens Pier geldi. Onu alıp Priene, Miletos ve Didimaion’a götürdük. Adam olayları ve geçmişi o kadar güzel anlattı ki başta Prens Pier olmak üzere, gazeteci ordusu da ayran kaldılar. Pier’le birlikte batılı birçok gazeteci, yazar ve fotoğrafçı vardı ve bu tanıtımı çok ses getirdi.

Ekrem Bey’in anlatımına kısa bir ara verip, Cevat Şakir’i ustalaştıran deneyiminden söz etmek istiyorum:

Cevat Şakir, asıl ustalığı Bodrum ve Güney Ege kıyılarını, koylarını, kökü mitolojiye dayalı “ANTİK KÜLTÜR MİRASI”nı tanıdıktan sonra buldu. Gerçekten kendisini Ege Denizi’ne ve doğasına adayan yazar, sokaklara palmiye dikerek işe başlar. Yurt dışından getirdiği bitkilerle Bodrum’un dört bir yanını donatır. Bu uğraş İzmir’e taşındıktan sonra da devam eder. Doğa ve deniz sevgisinin arasına bir de Bodrumlu gemiciler, balıkçılar, sünger avcılarını da katınca daha da güçlenir. Yazar onlarla birlikte yaşamaya başlamıştır. Böylece deniz insanlarının savaşlarını anlatan öyküleri kaleme alır. Denizden söz eden bütün öykülerinde, bizde benzeri fazla olmayan kökünü mitolojiden, plastik sanatlardan ve içinde yaşadığı doğal çevresinden alan canlı, yepyeni bir yön vardır. Onun öykülerindeki kahramanlar denize, bir kadına tutulur gibi sevdalanır. Hatta deniz onda başlı başına bir kahramandır.

Cevat Şakir, olayları ve kişileri verişinde, doğa betimlemelerinde romantik bir coşku yaşar. Bu coşkunluk yapıtlarında biçim bakımından ve dil açısından bazı hatalara yol açar. Buna bir de Ege Kıyıları hakkında mitolojik, folklorik ve tarihi bilgi verme tutkusunu katınca olay kat kat ballanır. İşin ve ustaca anlatının özü de buradadır. Cevat Şakir doğa, deniz, mitoloji, sanat, tarih ve estetiği karıştırmış, filozofça anlatmıştır. Başarısındaki en çarpıcı yanda budur. Bu mitoloji gerçeğini ilk kere Türk Edebiyatı’na o kazandırmıştır diyebiliriz.

Öykü ve romanlarındaki süslü, şairane pasajlar onun Eski Yunan destan şairlerine, mesela Homeros’a tutkusu ile söylenebilir. Ayrıca yine bu roman ve öykü kahramanları tıpkı Eski Yunan Mitoloji kahramanları gibi alın yazıları için savaşırlar. Hatta zaman zaman gerçekliklerinden tamamen koparak, yazarın dilediği havaya girer, onun gibi düşünmeye ve konuşmaya başlarlar. Yapıtlarında işlediği tiplerden bir Çingene kızı, bir sünger avcısı, aslında kendisinden beklenmeyecek olan söylemler yapar.

Cevat Şakir’in dünyasında Ege kıyılarına, denize olan tutkusu kıyı bandında göz kamaştırıcı antik kültür varlığı onu mitolojik araştırmalar yapmaya yönlendirir. Bu onun için bir varsayım haline gelmiştir. Bu etkilemede Oxford’da tarih okumuş olmasının nedenleri de vardır. O Akdeniz kıyılarını çevreleyen ülkeleri bir kıta olarak düşünür. Onun dünyasında bu öyle bir kıtadır ki, insan düşüncesinin en büyük buluşları bu kıtada, özellikle onun doğusunda olan Anadolu’nun Ege kıyılarında vücut bulmuştur. Avrupa’nın “Eski Yunan Uygarlığı” diye yücelttiği uygarlık aslında bir Akdeniz Uygarlığı’dır. Bunun çok önemli kabul edilen Anadolu’nun batısında Ege kıyılarında oluşmuştur. Bu uygarlığın düşünce temeli materyalisttir. Daha sonra Eski Yunan’a intikal edince yolundan sapmış Sokrates, Aristo, Eflatun gibi düşünürler tarafından soyut hale getirilerek dini bir mühteva kazandırılmıştır. Bu bakımdan Cevat Şakir bu düşünürleri haklı olarak benimsemez. Tarih ve mitolojik alanındaki yazıları daha çok bu yönde olup ”YENİ UFUKLAR DERGİSİ”nde  yayınlanmıştır. Dileyenler bu yazıları, adı geçen dergilerden orijinal olarak okuyabilirler. Bu görüşe Doğu Girit Müzeler Direktörü Prof. Dr. Nikos Papadaki’de katılıyor. Onunla yapığım bir görüşmede, bana şunları anlattı:

- İnsanın yücelişinde, uygarlığın gelişmesindeki Akdeniz uygarlıkları bir başlangıç ve temeldir. Kültürlere tek tek değil, bir bütün olarak bakmak zorundayız. Uygarlığın beşiği doğu Akdeniz ve çevresidir. Bu uygarlığın olmasında Anadolu, Mezopotamya, Mısır, Ege, Afrika uluslarının çok önemli ve büyük katkıları vardır.

Aynı görüşleri, bizde Osman Hamdi Bey başta olmak üzere Prof. Müfit Mansel, Prof. Remzi Oğuz Arık, Prof. Tahsin Özgüç, Prof. Ekrem Akurgal’da paylaşmaktadırlar. Bunlarda Sayın Özgüç, Erzincan, Altıntepe kazılarında elde ettiği başarıları bana şöyle anlatmıştı. Bende o günler, bu söyleyişi (1964 yılında) Erzincan’da “Birlik Gazetesi”nde yayınlamıştım. O zamanlar Erzincan Valisi olan bu yazımı okumuş ve beni çağırtmıştı. Makamına gidince:

-Gel bakalım, benim yaşı küçük kalemi büyük muhabirim. o ne güzel yazıymış. Bana Söke’de kaymakam olduğum yılları hatırlattı. Antik kültür ve kazılarla ilgili yazı ve haberleri orada çok okurdum. Burada, yani Erzincan’da ilk defa okudum. Seni kutlarım. Böyle haber ve yazılara gazetenizde daha çok yer verin. Turizm bir bacasız sanayidir. Gördüğünüz gibi güzel yurdumuzun her yerinden arkeolojik kültürler fışkırıyor. Urartular ve uygarlık günümüzden binlerce yıl öncenin insanlarının yarattığı uygarlık, buraya binlerce turist çekecek. Turist demek, döviz demek. Aferin çocuğum, yeni yazılarını bekleyeceğim. Ben o yıllarda 17 yaşındaydım. Prof. Dr. Tahsin Özgüç’ün “ALTIN TEPE KAZILARI”nı onunla yaptığım söyleşiyle vermiştim. Hocanın kültürler konusundaki bazı görüşleri Cevat Şakir’e benziyordu. Ayrılan yanı o daha gerçekçiydi veya benim o yıllarda tarih ile mitolojiyi ayıracak kadar bilgim yoktu. Hele o yıllarda “klasik yunan mitolojisi”ni hiç bilmiyordum. Yıl 1991. İzmir Symrna Kazı evindeyiz. Rahmetli büyüğümüz, Söke’mizin gururu, romancı Samim Kocagöz ile Ord. Prof. Ekrem Akurgal’ı ziyarete gitmiştik. Akurgal, bize bu konuda şunları söyledi:

-Kültürlerin gelişmesi, insanların yücelmesi tek bir ulusa mal edilemez. Nasıl ki tek bir tuğla ile duvar yapmak mümkün değilse, bir ulusun kültürü ile de merhale yaratmak yanlış olur. Anadolu, Mezopotamya, Mısır, Doğu Akdeniz ve Ege kıyı ve adaları bir başlangıçtır. Biz buna “Akdeniz Havzası Kültür Alanı“ diyoruz. Kültürel halkalar birbirlerine eklenerek kültür zinciri oluşur. Bizim Ege Kıyıları kökü mitolojiye dayalı çok önemli kültürel varlıklarımız vardır. İnsanın hayal gücü, el emeği, alın teriyle oluşan bu nadide eserlere sahip çıkarakj korumalıyız. Kültürler, bütün insanlığın mirasıdır. Bu saygıdeğer bilim adamlarımızın görüşlerini andıktan sonra biz yine geriye konumuza yani rahmetli Cevat Şakir’e dönüyoruz.

Cevat Şakir’in mitolojik düşünceleri ondan sonra ülkemizde taraf bulmuş Azra Erhat, Sabahattin Eyüpoğlu, Vedat Günyol, Şefik Can gibi yazarları etkilemiştir. Bugün bile mitolojiye dayalı yazan birçok yazar vardır.

CEVAT ŞAKİR’İN REHBERLİĞİ

Cevat Şakir batı dillerinin pek çoğunu bu arada Latince, Arapça ve Farsça bilen canlı renkli bir kişiliğiyle etrafında yine bir yazar sanatkar grubu oluşturan ender bir insandı. Bu gruplarla zaman zaman Ege Kıyılarında yaptığı araştırma gezileri “MAVİ YOLCULUK” adını almıştır. Bu gezilerde özellikle Bodrum’un uluslar arası revaç bulan bir tatil beldesi olmasını sağladı. Haklı olarak ona “YEDİ DİLLİ DEV”  diyorlardı. Ege turizminin tanıtım babası sayılan rahmetli Cevat Şakir’in Bodrum, Didim, Kuşadası, Söke, Efes, Selçuk ve İzmir asla unutmamalıdır. Bu kitabın doğmasında ilerde okuyacağınız “ANADOLUDAKİ MİTOLOJİK KÜLTÜR VARLIKLARIMIZ” adlı bölümlerde bunun ve Akurgal’ın büyük emek ve katkıları vardır. Ruhları şad olsun.