İKİ OLAY VE ZİHNİ BİRLİKTELİK

ŞEREF PINARBAŞI

         

Yıl 1978. Ecevit Başbakan, Baykal’da onun Enerji Bakanıdır.

Ülkede petrol, yağ vb. gibi önemli tüketim maddeleri sıkıntısı had safhadadır. Doğubeyazıt’ta Kaymakam Süreyya Şehitoğlu (Ilgaz) ve Baykal’ın da katılacağı sınır ticareti ile ilgili bir toplantı yapılacaktır. Toplantıya o zamanki Milli Eğitim Müsteşar Yardımcılarından Vecihi Timuroğlu’da bakanı tarafından gönderilir.

Toplantının amacı sınırlarımızdaki petrol ülkeleri ile mal takası sonucu enerji sıkıntısını aşmaktır.

Kaymakam Süreyya Bey İran’la yapılan sınır ticaretinde çok kârlı bir alışverişleri olduğunu, bu ilkelerinin Hatay’a kadar uygulanması halinde Türkiye’nin bu darboğazı aştığı gibi, çok daha kârlı bir şekilde diğer ülkelere fark atacağını belirtir. Ve sözü Enerji Bakanı Baykal’a bırakır. Baykal 2 dakika kadar düşündükten sonra aynen şu cümleyi kurar. “Çok doğru da, O orada iken olmaz.“ der.

Vecihi öğretmenime ısrarla 4-5 kez sordum. “O” dediği kimdi? Bu cümleden amacı neydi?

Öğretmenim ”O dediği Ecevit’ti. Ecevit başbakan olduğu sürece bu olmayacaktır. Bu cümleden amacıda Ecevit’in bu işten kârlı çıkmasını istemiyordu. Çünkü ancak, Ecevit’in başarısızlığından kendisi Genel Başkan ve Başbakan olacaktı” diyordu.

Ben ısrarla; zihniyet olarak yani düşünce olarak kendisini geçen biri olmasın mı diye yapıyordu? sorusunu ilettiğimde “Evet kendisini geçen birini istemediği için böyle söyledi” diyordu. 

Şimdi bu zihniyet burada dursun, ben 10 Mayıs 2010’la 10 Haziran 2010’daki 1 aylık bir sürede yaşadığım bir olayla diğer bir zihniyetten bahsetmek istiyorum.

CHP. Genel Başkanlığı için Baykal’ın olaylı çekilişinden sonra, Başkanlık seçimine 12 gün kala, bir yerel gazetede, Genel Başkanlığa Kılıçdaroğlu gelmeli, yanında da; M. İnce, A. Kart, İ. Gök gibi isimlerden 11 civarında isim yazarak partinin yönetiminde olmalı diye bir yazı yazdım. Bu yazıyı da genelde bu isimlere ve particilere ulaştırmaya çalıştım.

Gerçekten Kılıçdaroğlu bu yazıdan 12-13 gün sonra Genel Başkan seçildi. Ben de bu seçimden 15 gün sonra bu yazıyı da yanıma alarak Etimesgut İlçeden birkaç arkadaşlarla bu isimlerden bir çoğuna randevulu olarak gittim.

Hep gittiğimiz Parti milletvekili veya yönetici olanlara şunları söylüyorduk. “Kılıçdaroğlu ile parti, bir heyecanlanma ve bir rüzgar başlatmıştır. Bu rüzgarı siz buradan bizde İl, İlçe, Köy, Belde nerede isek oralarda eşgüdüm içinde hızlandıralım.” diyorduk.

Hemen hiçbirinde umduğumuzu bulduğumu söyleyemem. Hele de İsa Gök’le konuşmamız oldukça ilginçti. Özellikle de yetişkinlerimizin zihniyet açısından nerelerde olduğunu gözler önüne seriyordu. İşte Gök’le konuşmamız: Ben elimdeki gazete yazısını vererek “Değerli Vekilim İsa Gök; Kılıçdaroğlu ile parti bir heyecan ve bir rüzgar yakalamıştır. Ancak bu rüzgar bizim Etimesgut’ta esmiyor. Hatta İlçe Başkanımız, böyle bir heyecanda böyle bir rüzgar da yok diyor. Diğer bir açıdan da Önder Bey, “Demokratik Kitle Örgütleri bizim partimizin önüne geçemez” gibi sözle DKÖ. bağlantıyı gereksiz buluyor. Geliniz biz bu zihniyetleri bırakarak yeni bir program ile yeni bir rüzgarı her tarafta estirelim. Siz buradan, bizde bulunduğumuz yerden bu rüzgarı hızlandıralım.” dedim

İsa Gök’ün bana yanıtı: “Önder Ağabeyim…..Önder Bey benim iki yerden amirim durumundadır. O Türkiye Barolar Birliği Başkanı iken ben de Mersin Baro Başkanı idim. Şimdi ben milletvekiliyim, o da Genel Sekreterim. Eğer Önder Bey bir adamı çizdiyse, bir daha o adamdan hayır gelmez.” dedi. Yanımızdaki Kemal Korkmaz arkadaş “Biz bir şey beklemiyoruz ki” dedi. Sözü ben alarak, “Senin Önder ağabeyin beni çizemez. Çünkü ben; 1.000.-TL emekli maaşı ile yaşamasını öğrenmiş biriyim. 100 gr. Ekmek ve 100 gr. Yoğurdun beni doyurduğunu gördüm ve anladım. Yanına 1 kadehte rakı olursa o da lüksüm olmaktadır” diyerek tepkimi gösterdim. Burada söylemek istediğim konu şu; zihniyetler sorunudur.

Baykal olayında; zihniyet: birinin başarısızlığı sonucu başarı beklemesidir. İsa Gök olayında ise güçlü kişiliğe yamanarak bir yerlere gelme zihniyeti yatmaktadır.

Sağcı bir kişilik, para, mal ve itibar üçlüsünde yaşamını anlamlandırırken solcu bir kişilik para, mal ve itibarı toplumsallıkta aramaktadır. Yani sağcı bir insan, kendi ve en çoğu da çocukları ile hanedanı kadar toplumsal olurken, solcu bir insan “Biz” kavramının içine tüm insanlığı kapsayacak kadar genişletmiştir.

Bu anlamda; Atatürk, İnönü, Ecevit ve şimdi de Kılıçdaroğlu toplumu ölçü alarak hareket tarzı belirlerken, diğerleri sağ çerçeveyi yaramadıkları için bireyci davranışlarla devam etmişler ve etmektedirler de.

Her insan bu örneklerde kendi yerini tespit edebilir. Ve eğer dürüstse, kendini yenileme yoluna girer, toplumuna katkı sunabilir. Değilse; bir kapıdan tek başına gelmiştir, tek başına da çıkıp gidecektir.