KANUN HÜKMÜNDE KARARNAMELER ve ÜÇ YAŞINDA KURAN KURSU…

FARUK HAKSAL

Türkiye Büyük Millet Meclisi tatilde…

Ama Hükümet her Allah’ın günü bir kanun çıkartıyor.

Bildiğiniz gibi Hükümet’in aldığı kararlara kararname deniyor. Hükümet eğer Meclis’ten kanun çıkartma yetkisi almış ise, bu kararnamenin adı Kanun Kuvvetinde Kararname oluyor…

Yani işin Türkçesi, Hükümet yani Bakanlar Kurulu bir karar aldı mı, bu karar Kanun oluyor…

Hükümet bu yetkiyi Meclis’ten nasıl alıyor?..  Meclisteki çoğunluğuna dayanarak ve bir çırpıda kalkan parmaklar vasıtasıyla, şıppadanak…

Demek ki artık bu ülkede kanunları yapma yetkisi de Hükümet’in, yapılan kanunları yürütme yetkisi de Hükümet’in…

Ya yargı?..

Yargı bağımsızlığı, bilindiği üzere, yargıçların özlük haklarının belirlenmesinde ve tayinlerinin oluşmasında Hükümet’in belirleyici olmaması anlamına gelir. Yargıçlar böylece Hükümet baskısının dışında ve sadece vicdanları ile baş başa kalarak karar verme imkânına kavuşabilmektedirler.

Peki, içinde yaşadığımız koşullarda yargı bağımsızlığından söz edilebilmekte midir?

 Hayır… Ve asla!..

Hükümet, yargıyı tümüyle kendi iradesi altına almış, HSYK’da yapmış olduğu yeni rötuşlarla yargı mekanizmasının iplerini tümü ile eline geçirmiştir.

Demek ki bu ülkede artık Hükümet – Meclis – adalet mekanizması birbirlerinden ayrı ve bağımsız değildir.

Yani yürütme – yasama – yargı erklerinin birbirlerinden ayrı ve bağımsız bir biçimde çalışma imkânını mevcut değildir.

Öyleyse bu ülkede demokratik hukuk devleti ilkesi işlerliğini yitirmiştir.

Bakın günün pratiğine…

Meclis tatildedir.

Ama Hükümet her Allah’ın günü bir kanun hükmünde kararname çıkartmaktadır.

Kanunları Hükümet çıkartmakta, çıkarttığı kanunları kendisi uygulamakta ve bu kanunlara göre kişilerin yargılanması mekanizmasına yine kendisi egemen olmaktadır.

Muhalefet partileri TBMM’de azınlıktadır.

Bu koşullarda yapabilecekleri tek şey, çıkartılan kanun hükmünde kararnameler konusunda Anayasa Mahkemesi’ne dava açmaktan ibarettir.

Halkın pek bir şeyden haberi yoktur. Medya bu konuda suskun kalma emrini almış, görevini yapmaktadır. Demokrasinin çoğulculuk ilkesi ise, tozlu raflardaki yerini eskitmekle meşguldür.

Ve Türkiye, Hükümet’in söylemi doğrultusunda “İleri Demokrasi”ye doğru yürümektedir.

Geçtiğimiz gün Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe giren bir kanun hükmünde kararnameye göre, kuran kurslarına giden çocuklarının yaş tahdidi kaldırılmıştır.

Demek ki bundan böyle üç yaşındaki bir çocuk da kuran kurslarının öğrencisi [yani müridi] haline getirilebilecektir.

Hiçbir uygar ve demokratik ülkede böyle bir uygulama yoktur.

İnanç, bir bilinç işidir.

İnsanların bilincinin henüz oluşmadığı bir evrede onların beyinlerine ipotek koymak insan onuru ile bağdaşabilecek bir davranış olamaz. Bu davranış modeli ancak devşirme zihniyetini benimsemiş olanlarda mevcuttur.

Özgür ve bilinçli bireyler yetiştirme işlevi ise, sözünü ettiğimiz bu davranış modelinin oldukça dışındadır.

İnanç ortamı bir insanın moral dünyasının merkezinde oluşur. Bir insanın kendi inanç ortamını belirleme ve moral dünyasını kendi özgür kararları ile yapılandırma hakkı en temel özgürlüklerinden birisidir.

Bir insana bu en temel özgürlük ortamı içinde seçme hakkı bırakmamak onun iradesine ipotek koyarak onu belirlediğiniz amaç doğrultusunda sindirmek anlamına gelir.

Ve işte bu sindirme işlemi, TBMM’nin tatilde olduğu bir dönemde Hükümet’in bir kararı ile kanun hükmünde bir kararname biçiminde oluşturulmuş ve Remi Gazete’de yayınlama usulü de yerine getirilerek yürürlüğe konmuş bulunmaktadır.

TBMM bu son derece önemli sorunu konuşmayacak da neyi tartışacaktır?..

İşte hedeflenen İleri Demokrasi, bu ve benzeri uygulamaların Anayasal güvence altına sokulması anlamına gelmektedir.

Bu anlamda İleri Demokrasi, mevcut demokratik ortamı dahi ortadan kaldırmayı amaçlayan son derece riskli bir hamledir.