KAVAS DEDEMİZ BİR MUCİZEDİR (2)

E. TURGUT TEKİN


Etrafında okulun bahçe duvarı ile birlikte insan boyunda temel kazıldı. Ertesi gün türbe inşaatına başlanacaktı. Ama sabah mezarın yanına gelen ustalar gördüklerine inanamadılar. Kazılan temel ağzına kadar geri toprakla doldurulmuştu. O gün yeniden kazıp toprağı dışarı attılar. Ama ertesi gün temeller yine toprakla dolmuştu. Baktılar ki bu iş böyle olmayacak, çabalar boşa gidiyor, bu kere bir metre kazıp, hemen taş ile doldurdular ve bu yöntemi kullanarak türbenin inşaatını tamamladılar.” ???  yılında Söke Belediyesi tarafından restore edildi. İçi ve dışı çok renkli karanfil motifleri ile bezeli çinilerle kaplandı. Çok güzel ve modern bir görüntüye kavuşturuldu. Bugün bu mezar Söke’nin ve Sökeli’nin olup, her gün ziyarete açıktır. İçerisinde Kur’an ve Mevlid-i Şerif okunuyor. Bu organizasyonu gönüllü olarak evi türbenin yanında olan Abdullah Gezer sağlıyor. Allah şimdiye kadar bakanlardan, mezarı yapan ve yaptıranlardan razı olsun.
KAVAS DEDE KİMDİR?
Kavas Dede’nin kimliği ve özgeçmişi hakkında şimdiye kadar bilimsel anlamda bir araştırma yapılmamıştır. Görünen bulgular hep rivayete ve söylentiye dayanmaktadır. Kerim Yalçınkaya’nın “Ağalar Memleketi Söke” adlı kitabında zatı muhtereme şu unvan veriliyor: “Kavasoğlu İbrahim Efendi, Osmanlı döneminde müderrislik yapmış bir uludur.” Bu varsayım doğruysa “Kavasoğlu” sıfatına gerek yoktu. “Müderris İbrahim Efendi” daha uygun olurdu. Eğer babası gerçekten Kavas idi de bu ünvanı da aldıysa şu daha uygun düşerdi: ”Kavasoğlu Müderris İbrahim Efendi”. Bu varsayım ve söylenti doğruysa, müderris olduğu yerde medresede vardır. Müderris ile medrese birbirlerini tamamlar. Önce Söke Medresesi var mı, yok mu? ona bakmalı. Çünkü müderris, medrese hocası, okutmanıdır. Dini bilgileri çok güçlü, halka önder olmuş alimlere de müderris denmiştir. Ama genel anlamda medrese öğretmenlerine müderris sıfatı verilmiştir. Söke’de mutlaka molla ve cami hocası yetiştiren bir medrese vardı. Bu medrese kayıtları varsa, bu zatı muhterem de orada bu görev ve sıfatta bulunmuşsa kayıtlarına rastlanabilir. Milli kütüphanede bu zata ait risale, kitap var mı yok mu? araştırması yapılarak bazı ip uçları elde edilebilir. Şimdilik bu araştırmaları ilgililere bırakıp, biz “Kavas” sözcüğünün tarih içindeki seyrine göre aldığı anlamlara bakalım.
KAVAS SÖZCÜĞÜ
NE ANLAMA GELİR?
Meydan Larousse ve Büyük Larousse ansiklopedilerinde bu sözcüğe geniş anlamda yer verilmiştir. Ben bu iki kaynakta yer alan anlamları kısaltarak şöyle sıraladım:
“Kavas” sözcüğü Arapça kökenli olup “Kavvas” dan gelir. Eskiden elçilik veya konsolosluklarda koruma ve hademe olarak görev yapan kişilere bu sıfat verilirdi. Bu kişiler banka, patrikhane gibi yerlerde de görev yaparlardı. Osmanlı Devleti’nde ise vezirlerin, elçilerin maiyetinde bulunan silahlı görevlilere de “Kavas” adı verilirdi. Bunları yöneten ve yetiştirenlere ise “Kavas Başı” denirdi. Özel ve silahlı kıyafetleri vardı. Bugünkü özel güvenlik hizmeti yapanların benzeri işleri yaparlardı. Daha eski yıllarda “okçu” anlamındaki “kavvas” sözcüğü, zamanla “silahlı muhafız” anlamında kullanılmaya başlandı. Tanzimata kadar vezirlerin dört ya da beş kavası vardı. Elçi ya da konsolosların kavasları ise 18. yüzyıla kadar, devlet tarafından atanırdı. 1740 kapitülasyonları ile ilk kez Fransa’ya istedikleri kimseleri kavas olarak seçme hakkı tanındı. İkinci Meşrutiyet’in ilanına kadar (1908), elçiler bir yere giderken kavasları da onların önünden yürürdü. Bu tarihten sonra kavasların elçilerle yürümeleri usulü fiilen, 1923 Lozan Antlaşması ile de hukuken sona erdi. Bundan başka ilk belediye örgütlenmesi sırasında zabıta olarak görev yapanlara da “kavas” denirdi. Söke’de ilk belediye örgütü 1891 tarihinde kuruldu. İlk belediye başkanı da Koca Ömer Ağa’dır. Koca Ömer Ağa, bu İbrahim Efendi’nin babasına belediyede “kavaslık” gö revi yaptırdı mı? Eğer yaptırmışsa “Kavasoğlu” sıfatı buradan da gelebilir. Çünkü Kerim Yalçınkaya aynı yapıtında şöyle diyor: “Kurtuluş Savaşı sırasında, Söke’de “Kuvayi Milliye Reisliği” görevinde bulunan Mehmet Ağa (Kocaöner), İbrahim Efendi için şöyle diyordu: “Aile büyüklerimizin anlattıklarına göre, Kavasoğlu İbrahim Efendi, bizim soyumuzdan geliyor.” Buna kaynak olarak da (157) kodlu dipnotuyla kendi arşivini gösteriyor. Eğer bu varsayımlar ve söylemler doğruysa, bu anlatımlardan şöyle bir yargıya varıyoruz: Dede, bugünkü sıfatı ile bir kavas olmayıp, bir kavasın oğludur. Muhtemelen de babası Koca Ömer Ağa döneminde Söke Belediyesi’nde kavas (zabıta) görevlisiydi. Koca Ömer Ağa ile yakın akrabalıkları vardı. Belki de Koca Ömer Ağa ile aynı soydan geliyorlardı.
Yani şunu anlıyoruz ki; İbrahim Efendi bir kavas değil, kavasın oğludur. Kendisi okumuş, yazmış bir müderristir. Babasının kavas (zabıta) olması nedeni ile kavasoğlu sıfatı ile anılıyordu. Zaman içerisinde halk arasında bu kısaca “Kavas Dede”ye dönüştü ve öyle de anılıyor. Doğrusunu elbette Allah bilir. Eğer bilindiği gibi müderrisse, Söke medresesinde görev yapmışsa Söke’ye ait kayıtlarda bir bilgi çıkar. Yazdıklarımı Milli Kütüphane’ye gönderip bu konuda yardım isteyeceğim.
AĞALAR MEZARLIĞI’NIN
YIKILMASI SÖKE’NİN
TARİHİNİ DE YIKMIŞTIR
Dünyanın her yerinde yerleşim alanlarının yanı başında mezarlıklar vardır. İlk çağ kentlerinde bu mezarlıklara “nakrepol” deniyordu. Yapılan arkeolojik kazılarda bu nakrepollerde çıkan buluntular, o kentin veya yerleşim alanının tarihi hakkında çok önemli ip uçları veriyorlar. Bunlara tarihin laboratuarları deniyor. Gerek mezar içi kalıntıları gerekse mezar taşları, lahitleri üzerine yazılmış yazıları ile işlenmiş resim ve heykeller o kentte yaşamış olan insanlar hakkında bilgi veriyor. Selçuklu ve Osmanlı döneminde mezar taşları taşın sahibi hakkında bir kitabe görevi yapmakta idi. Kentin ileri gelenleri, yöneticileri bu mezar taşlarından belli oluyor. Söke’de şimdiki Buğday Pazarı, Çarşamba Pazarı, Hacıkazımoğlu İlköğretim Okulu’nun bulunduğu yerde “Ağalar Mezarlığı” adıyla Söke’nin mezarlığı bulunuyordu. Bu mezarlıkta, Söke kurulduktan bu yana Söke’de yaşamış ve ölmüş birçok insan gömülü idi.