KÜRESEL EFENDİLERİN, TÜRKİYE EKONOMİSİ...

ÖZCAN PEHLİVANOĞLU

 

Türkiye, zenginlik itibarı ile çok büyük bir ülkedir. Ancak böyle bir zenginlik, paylaşılmadığı için Türk Milletinden bu gün olduğu gibi her daim gizlenmiştir. İktisat biliminin temel kuralı olarak, kaynaklar kıt gösterilmiş ve bu kıt kaynakların rasyonel kullanımının sağlandığı, halkımıza eskimeyen bir masal olarak anlatılmıştır.

Türkiye’nin istatistiki değerlerine bakılınca insanın ister istemez gözleri fal taşı gibi açılmaktadır. Eğer gerçekten böyleyse bu değerlerin sosyal adalet ölçülerinde halka yansıması niye başarılamamaktadır?

Türkiye, dünyanın 20 büyük ekonomisi arasında rahatlıkla yer alabileceği gibi öncelikle Türk Dünyası ve nihayetinde özgürleşmeyi başarabilmiş İslam topluluğu ile ekonomik entegrasyonu sağlayabilse, dünya ekonomisine yön veren ilk beş ülke arasında rahatlıkla yer alabilir.

Bunu başarabilmeniz için; öncelikle bu rüyayı görmeniz gerekir.

Türkiye, her yıl az veya çok büyümektedir. Bu büyümesini de sürdürmek zorundadır. Yoksa tepetaklak aşağı gider ve bu günleride arar hale geliriz. Bu günümüze has bir büyüme değildir. Ekonominin olmazsa olmaz bir gereği ve gerçeğidir. Ama bu büyüme zihin kontrol yönteminin araçları olan gazete, dergi, internet, televizyon ile sanki bugüne has bir olguymuş gibi sunulmaktadır.

AKP hükümetleri zamanında da bu büyümeler belli oranlarda gerçekleşmiş ve insanımızın yaşamında nisbi bir zenginleşme ve gelişme olmuştur.

Ama burada cevaplanması gereken soru: bu gelişmenin ve zenginleşmenin nelerin karşılığında olduğu ve mukayese yapılacak olursa, benzer durumda olan ülkelerin aynı sürede kat ettiği mesafeye göre; Türkiye’nin ilerleyip, ilerlemediğidir?

Eğer bundan önceki Cumhuriyet hükümetleri de AKP benzeri teslimiyetçi ve israfa yönelik ekonomik politikaları uygulamayı düşünselerdi herhalde bu gün sağlandığı iddia edilen zenginleşme ve gelişmeden çok daha fazlası sağlanırdı. Ancak evdeki bulgur tanesi bile, bugüne kalmazdı...

AKP’nin tercih ettiği ekonomi politikaları; oturduğu siyasi felsefenin aksine faize, sıcak paraya, borsadaki spekülasyonlara, özelleştirmelere, yabancılara toprak satışlarına, finans sektörü başta olmak üzere bir çok iş kolunun küresel güçlere teslimine dayanıyor. Bu sebeble uygulamaya hakim olan siyasi anlayışta “Milli” olan hiç bir şey kalmamış, sadece ne idüğü belirsiz “din” olan bir şey kalmış durumdadır. Gerçekten ekonomide yaşananlara bakarsak “Milli Görüş” gömleği çıkalı çok olmuş. Ancak Saadet Partisi’nin aldığı oylara bakarsak sadece yönetenlerde değil seçenlerdede gömleğin çoktan çıkarıldığı anlaşılıyor.

Böyle bir politika halkın; neredeyse tamamının kredi kartı tuzağına, uzun süreli konut ve tüketici kredisi borçlanmalarına, tarihi işsizlik oranlarının yakalanmasına, düşük ücretle çalışma mahkumiyetine, köylü nüfusun can çekişmesine, yandaş medya ile zamların hissettirilmemesine ve benzeri durumlara düşmesine yol açtı.

En son karayolları ve köprülerin geçiş hakkının 25 yıllığına özelleştirilmesi ve bu özelleştirmenin, bir araya gelmez diye nitelendirilen Koç – Ülker ortaklığınca alınması ise izlenen ekonomik politikaların ne kadar halkı ezmeye dönük olduğunun bir örneği oldu...İnşallah dini referans alarak siyasi tercihlerini kullananlarada, bu bir ibret vesikası olur.

Bu örnekte olduğu gibi; ülke sermayesinin, yatırım ve istihdam olanağı yaratacak parasını, garanti gelirli bir özelleştirmeye yatırması, ülkenin zenginleştiğini ve geliştiğini söyleyenleri uzun süre düşündürtmesi gerekir.

Türkiye; bu gün zenginliğini halkla paylaşmayan bir ülke durumundadır. Sokaklarda gezerseniz beti benzi sararmış, beslenme bozukluğu içindeki milyonlarca vatandaşı, görürsününüz. Uygulanan politika, gelecek nesillerin varlığını tehlikeye attığı gibi, hastalıkları her gün hızla artan bir şekilde yaşayan insanlarımızı tehtid etmektedir.

Ülkenin kıt kaynakları (aslında bana göre çok fazla) son dönemde bundan önceki dönemlerde olduğundan çok daha fazla heba edilmiştir. Bu, kaynakların, boş yere israfından ibaret demektir. Onun için küresel güçlere verilen tavizlerle iktidarı koruma anlayışından vazgeçilerek, ülke kaynaklarını koruma ve Türk Milleti ile paylaşmayı esas alan verimli ekonomik politikaların uygulanmasına geçilmelidir. Bu ülke ve Türk Milleti’nin geleceği bir takım kişilerin hırslarına ve siyasi ikballerine kurban edilemez. Zenginlerin sömürücü bir azınlığı, fakir fukaranında ezici bir çoğunluğu teşkil ettiği toplumların geleceği aydınlık olmaz. Gören göz düşünen akıl bize doğruları yapmayı emreder.