Adabelen '72970
Ürkütücü bir sessizlik egemendi ormana.! Sadece; ağustos böceklerinin tiz ve keskin sesleri
bozuyordu bu sessizliği.
Koyuncunun Mehmet ile oğlu, pınarın başına oturmuş,, azıklarını yiyordu. Eşeği, biraz ilerideki
ağaca bağlamışlar; önüne ağaçlardan kestikleri yaprakları koymuşlardı.Eşek, kımıldamadan, sessizce
yaprakları yiyor; arada bir bedenine konan sinekleri kaçırmak için ayağını sertçe yere vuruyordu.
Koyuncunun Mehmet, koyunlarına barınak yapmak için, aylar öncesinden kestiği ve kurumaları için
dereye gizlediği mertekleri almak amacıyla gelmişti ormana.Akşamın olmasını bekliyordu.Kimsenin
görmemesi için akşam vakti girecekti köyüne.Aksi halde, orman memurları mertekleri elinden alırlar,
hâttâ mahkemeye verirlerdi.
Bekledikleri zaman yaklaşıyordu. Mertekleri gizlediği yerden oğluyla birlikte eşeğin yakınına taşıdı.
Altmış kadar mertek vardı.Eşit bir şekilde iki denk yaptılar mertekleri.
Tam bir sessizlik içinde, mertekleri eşeğe yüklediler.En kestirme yoldan gitmek üzere yola
koyuldular. Sadece nal sesleri duyuluyordu. Eşeğin zorlandığı anlarda, merteklerin uçlarından hafifçe
kaldırarak yardım ediyorlardı.
Ormandan çıkmak üzereydiler.Çok az yolları kalmıştı.Eşek, birden durdu; kulaklarını dikti.
Koyuncunun Mehmet, eşeği yürümesi için zorladı.Eşek, kesinlikle yürümüyordu.
Yolun tam ortasına dikilmişti.Kapkara bir yüzü vardı.Eni, neredeyse boyuna eşitti. Gözleri yılan
gözleri gibi keskin ve korkutucuydu. Dolma tüfeğini sağ eliyle tutmuş; dipçiğinı yere
dayamıştı.Kımıldamadan Koyuncunun Mehmet'e bakıyordu.
Koyuncunun Mehmet,"Çekil yolumdan!" dedi sert ve öfkeli bir ses tonuyla,
Yolunu kesen kişi de:
" Ben, ormaniyenin gizli kolcusuyum.Seni orman şefliğine ihbar edeceğim; merteklerini elinden
alacaklar, bir de hapis yatacaksın!" dedi.
Koyuncunun Mehmet, bir an üzerine yürümeyi,elindeki tüfeği ile birlikte dereye atmayı aklından
geçirdi. Fakat oğlundan endişe etti.Oğlu, on yaşındaydı.Karakolda, korkar ve gerçeği söylerdi. Bu
düşüncesinden hemen vazgeçti ve "Ne istiyorsun?!" dedi yolunu kesen kişiye.
"Bir kuzu istiyorum!" dedi tiksindirici bir ses tonuyla.
"Kabul ediyorum!" dedi Koyuncunun Mehmet ve yürümesi için eşeğin sağrısına eliyle vurdu.Eşeğin
yükü ağırdı, daha fazla bekleyemezdi. Arkasından "Kuzuyu yarın getirmezsen, ihbar ederim!" dedi
yolunu kesen kişi.
Koyuncunun Mehmet, eve varır varmaz, mertekleri avlunun bir köşesine istif etti. Daha önceden
kestiği zakkum dallarıyla örterek gizledi.
Ertesi gün, körpe kuzulardan birini omzuna atarak, yolunu kesen adamın evine gitti. Karısı Elifçe,
avluda etrafı süpürüyordu, Koyuncunun Mehmet'i görünce işine ara verdi. "Hoş geldin Mehmet" dedi
gülümseyen yüzüyle. "Hoş bulduk" dedi Koyuncunun Mehmet. "Bu kuzuyu Mustafa'ya sattım" dedi
ve kuzuyu yavaşça avluya bıraktı. Elifçe çok sevindi, kuzuyu bir iple evin önündeki dut ağacının
gölgesine bağladı.
Koyuncunun Mehmet'in yolunu kesen adam, Zine Mustafa'ydı. Bir yaşında öksüz, on yaşında da yetim
kalmıştı. Beş kardeşin en küçüğü idi.Analığından çok çekmişti.Anne ve baba sevgisinden mahrum
kalmıştı.Başı hiç okşanmamış; hiç sevilmemişti.Sevmeyi bilmiyordu.Gülerken hiç görmemişlerdi onu.
Gülenlerden hoşlanmaz, hiç kimsenin iyiliğini istemezdi. Ara bozmayı çok severdi. Bir kıza söz
"kesilmişse" dedikodu çıkarır,insanları üzerdi.Alış verişlerde pazarlığın bozulması için elinden geleni
yapardı. O yüzden köylüleri ona "Zine Mustafa" diyorlardı.
Zine Mustafa'yı geç de olsa Elifçe ile evlendirmişlerdi. Elifçe, sessiz, sakin bir kadındı. Her zaman
kocasını dengede tutmaya çalışıyordu. Yine de Zine Mustafa, huyundan vazgeçmiyordu.Bu yüzden
köylüleriye arası iyi değildi.Hiç kimse onunla konuşmak istemiyordu.
O günlerde köyün yaslandığı Samson dağının zirvesinde bulunan yangın gözetleme kulesinde
çalışacak bir kişi aranıyordu. Zine Mustafa, bu işi hemen kabul etti ve karısı Elif'yle birlikte yangın
gözetleme kulesine yerleşti. Kule, Samson dağının hakim bir tepesine kurulmuştu. Bölgenin herhangi
bir yerinde en küçük bir duman çıksa gorülebilirdi. Zine Mustafa, bir kez dağın Kuşadası tarafında
duman görmüş ve telsizle hemen orman şefliğine bildirmişti.Yangın büyümeden, görevliler
tarafından kısa bir süre içinde söndürülmüştü,
Burada çalışmanın tek olumsuz tarafı toplumdan uzak kalmaktı. Zine Mustafa da bu duruma razıydı.
. O yılın ağustos ayının on beşiydi.Öğle vaktiydi.Hava açık, güneş pırıl pırıldı. Birden havada kara
bulutlar belirdi.Hava giderek kapandı. Bulutlar, söz birliği etmişçesine Samson dağının zirvesine
doğru, kaşarak gidiyordu.Kimisi yuvarlanarak gidiyor; kimisinin ayağı bir yere takılıyor,düşüyor, yine
de yoluna devam ediyordu.Çeşitli biçimlerde kara bulutlarla kaplanmıştı gökyüzü. Kimisi bir
aslana,kimisi bir insana,kimisi de bir ejderhaya benziyordu.Bütün bulutlar, Samson dağının zirvesinde,
yangın gözetleme kulesinin bulunduğu bölgede toplanlanmıştı.Sanki kafa kafaya vermişler, çok
önemli bir görüşme gerçekleşiyordu.
Birden, çok kısa bir süre içinde şimşekler çaktı; gökyüzünü yırtarcasına çok şiddetli bir gürleme oldu;
etraf sarsıldı; yağmur yağdı ve yıldırım düştü. Kuşlar, sürüngenler,tüm canlılar korkudan bir yerlere
sığındı.Bütün bunlar, sadece on beş dakika içinde olmuştu.
Bulutlar dağıldı; güneş yine göründü.Doğanın değişmez ve şaşmaz ilkesi kaldığı yerden devam
etti.Kuşlar ötmeye başladı, arılar çiçeklere kondu.Kelebekler narin,zarif ve fengarenk kanatlarıyla
çiçeklerin yapraklarını süsledi.Yılanlar kurbağaların peşine düştü, kurbağalar da sineklerin...
Akşam olmak üzereydi.Köyün üstündeki Ardıçlı tepeden , Elifçe bağırarak iniyordu. Onu gören
komşuları Elifçe'yi tepede karşıladılar. Elifçe çok korkmuş, bir o kadar da
yorulmuştu.Konuşamıyordu.Kollarına girerek köye indiler. .Hemen muhtara haber verdiler.Muhtar
geldi ve Elifçe'yi dikkâtle izledi.Muhtar askerliğini sihhiye olarak yapmıştı.Elifçe'nin şok geçirdiğinı
anladı.Konuşmaya zorlamadı.Kalabalığı dışarı çıkardı.Bir süre sonra Elifçe,"Yıldırım düştü,kocam öldü"
diyebildi.
Yıldırım, en yüksek nokta olan, kulenin üzerindeki telsiz antenine düşmüş; .kulenin içinde karısı Elifçe
ile yanyana oturan Zine Mustafa'yı öldürmüştü.
Muhtar, karakol komutanını haberdar etmek için bekçiyi gönderdi.Karakol komutanı dört erle köye
geldi.Elifçe'nin ifadesini aldı ve durumu hemen savcıya bildirdi. Savcı, " Yol olmadığı için olay yerine
gidemem, cesedii köye taşıyın" demişti.Komutan ve muhtar, yöreyi en iyi bilen Koyuncunun Mehmet liderliğinde , köyün en güçlü on delikanlısını ve dört eri yangın gözetleme kulesine göndermeye karar
verdi. Zine Mustafa'yı ölü ya da yaralı, salla köye taşıyacaklardı.
Koyuncunun Mehmet, beraberindeki gençler ve erlerle , en kısa patika yollardan giderek kuleye
ulaştılar. Kulenin ahşap çatısı yıldırımın etkisiyle dağılmıştı.İçeri girdiler. Zine Mustafa sırt üstü
uzanmış yatıyordu.Elleri iki yana açılmış, küçük gözleri tavana bakıyordu.Elbiseleri parçalanmıştı.
Bedeni kömür gibi simsiyahtı. Sanki yüzünde, dünyaya iyi gözle bakmamanın ve insanları
sevmemenin neden olduğu pişmanlığın acısı; "hayırla" anılmayacağı duygusunun yarattığı endişenin
üzüntüsü vardı.
Koyuncunun Mehmet, Zine Mustafa'nın nabzını yokladı. Ellerini gözlerinin üzerinde gezdirdi.
"Ölmüş!" dedi.
Kule ahşap bir binaydı.Çatının kalaslarından bir sal yaptılar.Ceset, yüz kilonun üzerindeydi.Cesedi, bu
engebeli patika yollarda taşımak çok zordu.Ama gençler taşımak zorundaydılar.
Cesedi, bir çarşafa sardılar; salın üzerine yatırdılar; iplerle sıkıca bağladılar.Dörder kişi , değişerek
omuzlarında taşıdı. Saatler sonra köye inebildiler.Çok yorulmuşlardı.Omuzları yara vere içinde
kalmıştı.
Savcı, saatler sonra Hükümet Tabibi ile birlikte köye geldi.Hükümet Tabibi , cesedi inceledi.
Rapora,"Yıldırım düşmesi sonucunda ölmüştür" yazdı ve imzaladı.
Güneş batmak üzereydi.Ceset bozulmaya yüz tutmuştu.Muhtar ve köyün yaşlıları defin işlemini
hemen gerçekleştirmeye karar verdiler.Acilen cenaze namazını kıldılar.İmam helallik istedi.Herkes
birden "Helal olsun!" dedi.
Cenazeyi mezara yatırdılar.El birliği ile üzerini toprakla örttüler.Mezarın baş tarafına çakılan tahta
parçasında; Mustafa Kömürcü, doğum 1333, ölüm 1964 yazılıydı.
Bu dünyadan götürdüğü , sadece on metre bezle, boyunca topraktı.