MİLLETVEKİLİ ADAY ADAYLARI

Milletvekili Genel Seçimleri’ne doğru hızla yol alıyoruz. Dörtbuçuk aya sonra önümüze bir sandık konacak. Ama neremizden belli? Hiç belli değil. Söke’de siyasi ortam çok hareketsiz. Siyasiler, sanki kapalı kapılar arkasına çekilmişler. Siyasi teşkilatlar da çok sessiz ve hiç birinde seçim atmosferi yok.

CHP’den Milletvekili Aday Adayı olan nam-ı diğer Sevim Abla’mızdan hiçbir haber yok.  Ne yapıyor, ne ediyor, yoksa diş mi çekiyor bilemiyorum. Eğer hala siyaset yapmaya kararlıysa, ara sıra bizlere seslensin, açıklamalar yapsın. Onun geçmişte basına yaptığı açıklamaları özler olduk. AK Parti’den Milletvekili Aday Adayı olacağını açıklayan Akif Pala’nın son günlerde sesi soluğu çıkmaz oldu. Neydi o, İl Genel Meclisi Üyesi olduğu yıllarda yaptığı açıklamaları? Hep manşetleri doldururdu. Teşkilatta yönetim kurulu üyesi olduktan sonra performansı düştü, yok oldu. Oysa eski yıllarda basınla diyaloğu çok iyi idi. Bazen Söke-Bağarası yolunun yapımında öncü olur, bazen köylere büyük kaynaklar aktarır, bazen de Sarıçay Barajı’nın kısa zamanda inşa edileceğini söylerdi. Karine’ye Gümrük Muhafaza Müdürlüğü’nün kurulması için büyük çaba sarfettiğini anlatırdı.

Gazeteciler, sık sık açıklamalar yapan siyasileri çok sever. Çünkü bu gibi siyasilerle gazete sütunları daha kolay dolar. İşte Akif Pala da basınla iç içe olanlardan biridir. Ama nedense son günlerdeki sessizliğine bir anlam veremiyorum. Benim bildiğim Pala, birşeyler söylemeli ve açıklamalar yapmalıdır. Bu nedenle Pala’ya sessizlik hiç yakışmıyor. Eğer konu sıkıntısı çekiyorsa, ona Sarıçay Barajı’nı hatırlatayım. Son günlerde meydana gelen ve ekili alanları sular altında bırakan sel felaketi için de birkaç kelime söylese iyi olur. Buna rağmen yine de suskun kalırsa o zaman Pala, sırf kendi reklamını yapmak için aday adayı olduğuna hükmedeceğim.

SARIÇAY VE SEL SULARI

Akif Pala, doğup büyüme bir Bağaralı olarak Sarıçay’ın Bağarası ve Söke Ovası’na verdiği zararı çok iyi bilir. Bu yüzden sadece Çine Barajı’nın su tatmaya başlaması, havzada yıllardır çekilen taşkın riskini ortadan kaldırmıyor. Ama yukarı havzada taşkın riski olmaz. Çünkü Beşparmak Dağı eteklerinden gelen dereler Sarıçay’ı beslediği sürece, ne Bağarası ne de Söke Ovası sellerden kurtulamaz.

Gazetemizin dünkü manşeti “Söke hani taşkın vermeyecekti?” şeklindeydi. Haberde, Çevre ve Orman Bakanı Veysil Eroğlu’nun, Çine Barajı’nın açılış töreninde açıklamalarda bulunduğu, ancak yapan yağmurların bölgeyi sular altında bıraktığı vurgulanıyor.

Bölgenin bir daha sel suları altında kalmayacağını yalnız Çevre Bakanı Veysil Eroğlu değil, geçenlerde Söke Şifa Hastanesi’nin temelini atmak için Söke’ye gelen ve törende bir konuşma yapan AKParti Milletvekili Mehmet Erdem de “Hükümet Çine Barajı’nın inşasını bitirdiği için Söke Ovası bir daha sel felaketine uğramayacak” demişti.

Mehmet Erdem, Aydınlıdır ve Söke’yi bilmez. Beşparmak Dağı eteklerinden gelen sel sularını ve Sarıçay’ın yıllardır bölgeye verdiği zararları bilmez. Onun için temel atma töreninde söylediklerine pek kulak kabartmayın.

Sökeli seçim sathına girdiği şu günlerde başka şeylerle meşgul olmalı. Yani 12 Haziran seçimlerinde Ankara’ya bir değil, birden fazla milletvekilini nasıl göndeririz diye düşünmelidir.

NEHİR YATAĞININ ISLAHI

Bilindiği gibi beş gündür devam eden yağmurlar Söke Ovası’nda yine taşkınlara neden oldu. Uzmanlar, Çine Barajı’nın su tutma düzeyine getirilmesine rağmen unutulan başka bir ayrıntıdan da söz etmeye başladılar. “Eğer Büyük Menderes Nehri’nin yatağında ıslah çalışmaları yapılmış olsaymış, sel suları ekili alanları, besi damları ve çevreyi etkisi altına almazmış” diyorlar.

Yetkililerin değindikleri ayrıntılar, yabana atılacak cinsten değil. Ama yine de dağlardan gelen ve Sarıçay’ı besleyen sel suları yalnız günümüzde değil, yıllardır havzaya büyük zararlar vermiştir. Nehir yataklarında ıslah çalışmaları yapıldığında bu ortadan kalkar mı, bilemiyorum. Ama yine de görülen bir gerçek var. Sarıçay, geçmişte olduğu gibi, gelecekte de havza için bir tehdit olmaya devam edecektir.

HAYVANCILIK NE ALEMDE?

Hayvancılıkta Türkiye’nin geldiği noktaya hayret etmemek elde değil. Esasında bu kriz “yıllardır geliyorum” diyordu. Ama kimse oralı olmadı. Hükümetin çıkardığı Hayvancılık Yasaları Türkiye’yi bu noktaya getirdi. Köylünün damında ve merasında yaptığı hayvancılığı “hobi hayvancılığı” diye yasalara koyup, kısıtlama getirilirse elbette büyük işletmelere gün doğar ve et fiyatları, rekor denilebilecek düzeyde artış gösterir.

Bu nasıl bir hayvancılık politikasıdır ki, köylüye hayvancılık kredi verilmezken, büyük işletmelere yüzde ellisi hibe krediler verilir.

Sonuçta hükümet kendi elleriyle “et teröstleri” yaratmıştır. Mevcut yasalara göre, köylü, damında beslediği bir sığırı yasalara göre hobi hayvancılığı yaptığı için kasaba satamaz, satarsa para cezası öder. Ama bu yasa kadük olduğundan üstünde duran yok. Köylü elindeki hayvanı rahatlıkla satabiliyor.

Peki 2011 yılına geldiğimiz şu günlerde değişen ne oldu? Hükümet, 2011 yılının sonuna kadar hayvan ithalatına devam edeceğini açıkladı. Büyük çiftlikler, “Biz besicilikten vazgeçiyoruz” diye açıklamalar yapmaya başladılar. Gerçekten besicilikten vazgeçecekler mi? Hiç olmazsa hepsi olmasa bile bir bölümü katlamalı tatlı karlar olmadığı için hayvancılıktan vazgeçebilirler. Ama bu konuda iktidarın izlediği politikalar oldukça dikkat çekici! Tarım Bakanı Mehdi Eker’in şu söylediğine bakın: “Et fiyatlarının artma nedeni, halkın alım gücünün artmasıdır.” Ama madalyonun arka yüzündeki görüntü çok başka; Sayın Bakan Mehdi Eker onu görmüyor. İktidarın hayvancılığa bakış açısındaki yanlışlık, eskiden elinde bir iki sığırı olan köylü, artık damında ve ahırında hiç hayvan besleyemez duruma gelmiştir. Bu yanlış politika sonucunda 2002 yılında ülkede altmış milyon olan hayvan varlığı, günümüzde yirmi iki milyona düşmüştür. Bir ülke düşünün ve bu ülke, Türkiye gibi çok zengin toprakları olsun. Ve bu ülke artık yurtdışından yem ithal etmektedir. Ve gümrük vergisi yüzde otuz düzeyindedir. Her türlü ithalatta bu vergiler yüzde altmışa çıkarılırsa yerli üretici hayvancılığa dört elle sarılır. Ayrıca eski yıllarda olduğu gibi, kırsal alanda yaşayan küçük çiftçilere de verilmeli, köy meralarında da hayvancılık teşvik edilmelidir.