OSMANLI, MİLLİ DEVLET ve ÜMMET…

FARUK HAKSAL

 

Türkiye’de bir kesim insan, her yıl, Osmanlı İmparatorluğu’nun kuruluş gününü hummalı bir faaliyet içinde kutlamaya özen gösteriyor…

Sözünü ettiğimiz bu “özen”in ardında “Laik Cumhuriyet”e alternatif bir başka model” oluşturma hedefinin yer alması, konuyu basit bir kutlamanın çok ötesine doğru sürüklüyor…

Mesele, laik Türkiye Cumhuriyeti’ne karşıt bir İslam devleti yapılanmasına doğru bir yürüyüş ise, vur davula tokmağı, şen olan hilafet, şen ola...

Bu insanların kafalarına maalesef henüz, Fransız Devrimi’nin tüm uygar dünyaya armağan ettiği laik cumhuriyet, siyasal demokrasi ve özgür bir yurttaş çemberinde oluşan çağdaş Milli Devlet ülküsü ulaşabilmiş değil...

Dertleri dermanları  Türkiye’nin laik ve sosyal hukuk Devleti’ni küçültmek, güçten düşürmek, kemirmek ve eyaletlere bölerek, “iyonlarına ayırmak”...

Çağdaş Türk milliyetçiliği düşüncesi, aydınlanma devriminin semtine uğrayamamış olan bu kafalarda hiçbir etki yaratmıyor; hiçbir yansıma yapmıyor ve hiçbir anlam ifade etmiyor

Tam bağımsızlık düşüncesi, emperyalist baskı ve tehditlere karşı ulusça direnme bilinci, bu insanlarımızın hem gönüllerine uzak ve hem de akıllarına ters...

Osmanlı Devleti, [tabiidir ki,] bizim tarihi ve kültürel geçmişimizde yer almaktadır; yer almaya da devam edecektir.

Osmanlı Devleti, biz Türklerin Devleti’dir.

Halk aynı halktır; kültür aynı kökten gelmektedir.

Dilimiz, dinimiz, geleneklerimiz bu geçmişin izlerini ve damgasını taşımaktadır.

Ancak kökü tarihten gelen kültür mirasımıza sahip çıkmak başka şeydir; Osmanlı’yı dine dayalı bir imparatorluk olarak, 2010 yılının Türkiye insanına model olarak önermek çok başka bir şeydir.

Ancak bugünün Türk “sağ”ı, Türk milliyetçiliği yerine, Osmanlı milliyetçiliğini; Türk dili yerine Osmanlı dilini; Türk edebiyatı yerine divan edebiyatını; Türk kültürü yerine Osmanlı kültürünü koymayı tercih etmekte… Ve Türk milliyetçiliğinin temel esas ve dayanakları yerine, Osmanlı’nın köhne imparatorluk felsefesini yerleştirmeye çalışmaktadır.

Oysa Osmanlı bir ümmetti.

Ümmete dayanan bir imparatorluktu.

Türkiye Cumhuriyeti ise, bir “Milli” Devlet’tir…

Milli devletler ise, imparatorluklara karşı bağımsızlık mücadelesi veren ulusların modern dünya içindeki çağdaş yapılanmalarıdır.

Türkiye Cumhuriyeti bu mücadeleyi, ülkesini işgal eden yabancı emperyalistlerle işbirliği içindeki Osmanlı yönetimine karşı vererek kendi milli devletini kurmuştur.

Milli Devlet’ten geri dönülmesi, Türkiye’nin kazanmış bulunduğu Kurtuluş [=Bağımsızlık] Savaşı’nın yeniden masaya yatırılması anlamına gelir…

Tüm milletin kan dökerek kazandığı bir Bağımsızlık Savaşı’nın, bunca yıl sonra masa başında kaybedilmesi demektir...

Osmanlı yönetici sınıfının yetiştirildiği “Endurun”a Türkler, “Etrak-ı Bidrak” kabul edilir ve söz konusu okula alınmazlardı…

Etrak-ı  bidrak, “algılama yeteneğinden yoksun Türk, anlamına gelen hakaret ve aşağılama yüklü bir kavramdır...

Yani, Osmanlı’nın üst yönetim kadrolarını işgal etmiş olan bu zihniyet, Türkleri aptal, salak ve bigane kişiler olarak kabul etmekte ve hatta onları, devletinin yöneticisi olarak eğitilmeye dahi değer görmemektedirler…

Türkiye’nin “sağ” düşüncesi, böyle bir zihniyetle karşı karşıya olunduğunu nasıl ve ne zaman “algılayacak”?.. Ve Türk milliyetçiliğinin kendi öznel gerçekliği ile hangi süreçte yüz yüze gelebilecektir?..

Bir başka ifade ile Osmanlı İmparatorluğu, üst-kültür olarak “Türk”lüğü reddetmektedir...

İstiklal Savaşı’mızda işte bu reddedilen “Türk”lük, memleketi işgal eden emperyalistlerle işbirliği yapan Osmanlı idaresine karşı bir Bağımsızlık Savaşı vermiş ve kendi Milli Devleti’ni, bu esas ve koşullar içinde yaratmıştır…

Türk Milliyetçiliği, kendi tarihine şaşı bakmaktan kurtarılmalı, kendi kültürüne yabancılaşmaktan arındırılmalı ve böylece de, laik ve sosyal Türkiye Cumhuriyeti’nin temel felsefesi aydınlatılmalıdır. Ancak bu yöndeki aydınlanma, (sadece) pasif bir biçimde bilgi edinilerek gerçekleştirilemez.Aydınlanma, aynı  zamanda bir eylem işidir.

Okuma, öğrenme, bilinçlen-me, birleşme ve örgütlenerek birbiri ile kenetlenme, aydınlan- manın vazgeçilemez temel öğeleridir. Türk “Sağ”ı gerçek anlamda milliyetçi olmak ve Milli Devlet’ini savunmak durumundadır.

Aksi halde Türk milliyetçisi, Milli Devlet’imizi yıkma, Türk Devleti’ni küçültme, yıpratma, zayıflatma ve nihayetinde de bölgelere ayırarak “ufalama” amacını taşıyanların oyuncağı ve maşası olmaktan kurtulamaz.  Ve çağ dışı milliyetçiliğin duygusal platformunda güdülmekten kendisini kurtaramaz