Saatiniz kaç?

OYHAN HASAN BILDIRKİ

 

 

Şehir plânına uymak için, cephesini sokağa vermek zorunda bırakıldığım çok köşeli evimden çıkmaya hazırlanıyordum. Salondaki aynada, kendime çekidüzen verdim. Ayak kaplarım elimde, balkonu geçtim. Huyumdur, sahanlıkta ayaklarımı giydirirken, daima, bitişikteki baba ocağımıza bir göz atarım. Avludaki erik, zeytin ve incir ağacını seyretmekten, onlardaki gelişmeyi adım adım incelemekten büyük zevk duyarım. Filizdi, çiçekti, yapraktı derken, ansızın olgun meyvelerle karşılaşırım. Ya, dallardaki kuşlar? Kanat çırpmalarına, cıvıl cıvıl ötüşlerine, birbirlerine cilve yapmalarına doyum olur mu?

Yine öyle yaptım, sahanlıkta durdum. Öğle sonu sıcak lığı, sokağımızı bir uçtan diğer uca, alev alev kavuruyordu. Zeytinler kırmalık hale gelmiş, dal uçlarında kalan erikler kıp kırmızı, incirler tek tük olgunlaşıyor, beride üzümlere güneş benek düşürmüş, kabarıyor. Aşağıdaki çeşme açıldı. Tazyikli su gürledi. Baktım, kardeşimde bir telâş, sağa sola koşuyor.

Seslendim.

Hayrola, ne var? Bakıyorum, dolap beygiri gibi dönü yorsun?

Yok bir şey!

Peki, bu telâşın niye?

Oğuza bir güvercin getirdim de.

Eee?

Yer hazırlıyorum. Henüz daha yeni kanatlanmış. Keyfine baksana.

Sütbeyaz güvercin, söylenenleri anlamış olmalı, geldi, çeşme havuzunun kenarına kondu. Su sesinden ürkü yormuş gibi, etrafına bakındı. Bir tehlike görmediğinden olacak, kendini suya verdi. Eğildi, kalktı, içti.

Kardeşim sordu:

Ortalık sus pus. Seninkiler yok mu?

Yengeme gitmişlerdi. Neredeyse dönerler. Yalnız, tek güvercin durmaz derler. Bir iş yapmayı düşünmüşsün. Bu, çok iyi. Fakat, umarım az sonra, güvercini kaçırmaz sın.

Eşini daha sonra gönderecekler.

İyi, iyi!

Bomboş sokaktan yokuş aşağı indim. Sıradan taşlarla döşeli sokak, sıcaktan mıdır nedir, ekşimsi kokan bula şık suyuna doymuş olacak, dışarıya boca edilen artıkları kusuyor. Sokak boyu, tepeden aşağıya, ince, küçük bir ırmak gibi sürüp gelen su yolu, yosun bağlamış. Tuttum, bir sigara yaktım. Dumanını, derin derin içime çektim. Ekşim si kokulardan kurtuldum. Gömleğimin iki düğmesini daha çözdüm. Marangozu geçmek üzereydim, döndüm. Bu mevsimde, durmaksızın, bıkıp usanmadan kasa çakmakla uğraşan ustaya seslendim.

Bana, acele bir kafes lâzım. Sende çıta bulunur mu?

Tezgâhının başında, dudaklarının arasına yerleştirdiği çivileri, tek tek alarak, kasa köşelerine çakan Aliihsan, terini kuruladı. Keserinin sapını eliyle yokladı. Oynamadığını anlayınca, bana döndü.

Beyim, dedi, biliyorsun. Biz, kapı kasası yapmıyor, meyve sebze kasası çakıyoruz. Aradığını bizde bulamazsın. Yalnız, acele diyorsun. Sana yardımcı olayım. Az bekle. Taşlı tarlaya inelim. Oradan bir arkadaştan alırız.

Seni işinden etmeyeyim. Ben gider, bulur, alırım. Sen, işine bak, e mi?

Canın nasıl isterse, öyle olsun beyim.

Nedense, öyle olmadı. Hem sıcaktan, hem de kahvedeki arkadaşların baskısından olacak, koca çamın koyu, serin gölgesinde oturup kaldım. Çıtayı da, sütbeyaz güvercini de unutmuştum.

Son gün ışıkları, karşı tepeye vurmuştu. Artık bütün pencereler, som altın kesilmiş, akşam alacası, kendisini göstermeye başlamıştı. Yaptığımız sohbet tavsamış, yavanlaşmış, geriye sözün çürüğü kalmıştı. Arkadaşlardan ayrıldım, evime döndüm.

Az önceki sokak, canlanmıştı. Sanki birbirinin üze rinde yükselen, biri diğerine omuz veren, saçak saçağa girmiş evlerin önünde, sokağın kadınları öbek öbek toplanmış, gevezelik ediyorlar. Çocuklar bağırıyor. Kızım, yaşıtlarıyla ip atlıyor. Oğuz da, henüz ötmeyen iki horozuna yem ve su veriyor.

Sokağı hızla geçtim. Kadınlardan bazıları toparlandı, bazıları aldırmadı. Meğer ailemizin, en ağzı boş olanı da benmişim. Sütbeyaz güvercin aklıma düştü. Boş bulundum.

Oğuz! dedim, güvercinin ne âlemde?

Ne güvercini?

Amcanın sana verdiği sütbeyaz...

Bahçede, çiçeklere su veren kardeşimin karısı, sözümü kesti.

Abi! Abi! dedi. Güvercin müvercin yok.

Benden önce, oğlum atıldı. Kime söylediği belli ol mayan, aniden havada kalan bir soruyla gürledi.

Yalancılar! Beni kandırıyorsunuz değil mi?

Öteden kızım Hilâl, koştu. Bir şey arayan gözleriyle sağa sola baktı. Karım, gözüyle işaret etti. Sanki, üstüne varma demek ister gibiydi.

Hatamı anladım, tamire kalkıştım. Oğuzu durdurmak mümkün mü? Derhal, aşağıya, amcasının evine indi. Yem artıklarını gördü, avazı çıktığı kadar ağladı. Akşam akşam, belânın çöreklisine çatmıştık.

Kardeşim, olan biteni kısaca anlattı. Sütbeyaz güvercin, ona oyun etmiş, uçmaz gibi durmuş, fırsatını yakalayınca, mavi gökyüzüne yükselmişti. Oğuzla birlikte, hemen çatıya çıktık. Sütbeyaz güvercini gözledik. Hiçbir yer de yoktu. İpini kırmış, kim bilir hangi deliğe yuvalanmıştı.

Bir yıldan bu yana mürekkep yalamaya başlayan Oğuza, söz verdim. Birlikte önce kafesi yapacak, sonra da erkekli dişili çift güvercin bulacaktık. Karanlığın çökmesiyle birlikte, kaçırılan sütbeyaz güvercinden umudunu kesen Oğuz: *** DEVAM EDECEK