SÖZ TAŞIYAN (NEMİME-KOĞUCULUK) CENNETE GİREMEZ

 

(Hadis-i Şerif, Buhari)

(RİFAT SERDAROĞLU)

Almanya’nın uluslar arası yayın yapan güvenilir haber ajanslarından Deutsche Presse-Agentur (DPA), İran Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinecad’ın İran Devlet televizyonunda verdiği röportajda, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin, İran’a yönelik yaptırımlarının oylanacağı oturumda Türkiye’nin “hayır” oyu vermemesi için, ABD Başkanı Barack Obama’nın telefonda Başbakan Erdoğan’a yalvardığını söyledi.

DPA, haberinde şu ifadeleri kullandı; “Ahmedinecad, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın kendisine, Obama’nın uzun bir telefon konuşmasıyla “hayır” oyu vermemeleri ve en azından oturumda bulunmamaları için yalvardığını söylediğini açıkladı”…

Bu yazıyı yazmaya başladığım 15 Haziran 2010 tarihi saat 20.00’ye kadar ne Tayyip Bey’den, ne Ahmedinecad’tan ajanslara hiçbir yalanlama gelmedi. Haberi veren DPA adlı Alman Ajansı ise haberini doğruladı ve ellerinde televizyon kayıtları olduklarını söyledi.

Olay, Obama ve Tayyip Bey arasında yapılan bir konuşmanın, Tayyip Bey tarafından Ahmedinecad’a aktarılması ve onunda bu konuşmayı tüm dünyaya afişe etmesi olayıdır. “Yalvarma” konusuna gelince, şu ana kadar Obama’nın Tayyip Bey’e yalvarıp yalvarmadığı ile ilgili bir açıklama gelmedi. Tecrübeli bir  Dışişleri Bakanlığı mensubuna sordum, aldığım yanıt; “hiçbir devlet başkanı diğe rine yalvarır tarzda konuşmaz, ABD Başkanlarının yalvardığını da hiç duymadım” oldu.

Ahmedinecad ve Erdoğan’ın müşterek çok yönleri vardır. Tayyip Bey İstanbul Belediye Başkanlığından, cezaevine oradan da Başbakanlığa yürümüştür. Ahmedinecad’ta Tahran Belediye Başkanlığından, cezaevine oradan da Başkanlığa gelmiştir. Belediye Başkanlıklarından önce ikisi de çok fakir ve mütevazi kişilerdi. Belediye Başkanlığından sonra ikisi de kendilerini yetiştiren li derlerini satarak (politik anlamda), çok büyük miktarda harcamalar yaparak, siyasette istedikleri yerlere gelmişlerdir.

Bunların hepsinden önemlisi, ikisinin de refe ransı İSLAM’dır. Ahmedinecad zaten İran İslam Cumhuriyetinin Cumhurbaşkanıdır, Tayyip Bey ise kendi ifadesiyle, demokrasiyi bir araç olarak kullanıp Türkiye İslam Cumhuriyetine doğru yol almaktadır. İkisi de yaşamları boyunca İslami kurallara göre hareket ettiklerini her ortamda gururla söylemektedirler. Gerçekten doğruyu mu söylüyorlar?  İki kişi arasında geçen bir konuşmanın, çarpıtılarak üçüncü bir kişiye aktarılması ve onun da duyduklarını, kendisinden istenmediği halde başkalarına duyurmasına İslam nasıl bakmaktadır?

İslam’da bu davranışa “Koğuculuk” yani “söz taşıma” denir. Doğru olarak söz taşımak da nemime (Koğuculuk) olur. Yalan katılırsa “iftira” olur. Koğuculuk günahtır. Ahirette cezası ağır olduğu gibi, dünyada da insanların arasının açılmasına sebep olur. Onun için “Taş taşı da, söz taşıma” derler.

Hadis-i Şeriflerde buyruldu ki; “Hasetçi, koğucu ve falcı benden değildir.” (Taberani)

Koyuculuk yapan melundur. (İ. Maverdi)

Söz taşıyan yani koğucu, kıyamette maymun suretinde haşronulur. (R. Nasıhin)

Söz getiren Fasık’tır. (Fasık’a inanılmaz, onun sözü ile hareket edilmez)

İşte böyle değerli dostlar, İslam’ı yaşadıklarını söyleyip, tam aksine davranan iki kişinin yaptıklarına kutsal dinimizin bakışı böyledir. Bizim inanışımıza göre, herkes yaptığının hesabını kendi verecektir. Fakat basit çıkarlar için, hele maddi çıkarlar için “doğruları” eğip bükenler, kendilerine uydurduklarını zannedenler ne büyük yanılgı içinde olduklarının farkında bile değildirler.

En basit görgü kurallarına göre bile, iki kişinin konuştuğunu üçüncü kişiye  aktarmak, onun da izin almadan başkalarına nakletmesi en azından ayıptır. Böyle bir fiilde, dedikodu vardır, yalan vardır, sır saklamamak vardır, dostluğu satmak vardır, gösteriş me raklısı olmak vardır ve bunların hepsi, doğru insanda bulunmaması gereken vasıflardır.

Diplomasi’de ise bu davranışlarda bulunanlara kimse güvenmez ve kimse onunla ciddi olarak konuşmaz.

Hz. Muhammed; “Ben de Arap’ım ama, Arap benden değil” buyurmuştur.

Ben de Müslüman’ım, ama, Ahmedinecad ve Tayyip benden değil…

Anladınız mı şimdi neden başımız dertten kurtulmuyor?