TEK VÜCUT OLMAK

NEVZAT LALELİ

Müslümanlık, “Kelime-i Şahadeti veya Kelime-yi tevhidi söyleyerek (Allah’a (c.c) ve Resulüne inandığını belirterek) başlamakta, ancak burada bitmemektedir. İnsanların dağ başlarında yalnız yaşamaları mümkün olmadığından cemiyetler ve topluluklar halinde yaşamaları gerekmektedir. Yüce Allah (c.c) toplum halinde yaşayan Müslümanların uymaları gereken esasları da yine Kur’an-ı Keriminde belirtmiş, sevgili Peygamberimiz de hareketleri ve ifadeleriyle bu konuda da bizlere örnek olmuştur.

Peygamberimiz (s.a.v) bir gün ashabı (arkadaşları) ile birlikte yemek yerken, ashabının (bir kaptan yemek almak için) sofranın değişik yerlerinden uzandıklarını görünce; Ümmet olan bizleri ta 1400 yıl öncesinden ikaz etme lüzumunu hisseti ve “Bir gün gelecek, sizin bu kaptaki yemek üzerine üşüştüğünüz gibi ümmetimin düşmanları da onların üzerine üşüşecekler” buyurdu. Ashaptan birisi sordu; “Ya Rasuallah, o zaman Ümmetin sayısı az mı olacak?” Peygamberimiz; “Hayır, az olmayacak. Ama onlar su üzerinde yüzen saman çöpleri gibi dağınık olacaklar” buyurdu.

BİRLİĞİN SAĞLANMASI

Ali İmran suresi 103. ayette “Hepiniz birden Allah’ın ipine sımsıkı tutunun, birbirinizden ayrılıp tefrikaya düşmeyin” buyrulmaktadır. Bu hitap (emir) fert fert bütün Müslümanlara yapıldığından, onların tek kalp ve tek vücut olmaları yani Müslümanların oluşturduğu birliğin tabii bir üyesi olması gerektiğinin de açık bir işaretidir. Hiçbir Müslüman, “Ben kendi işime bakarım, başka Müslümanların bir arada olup olmaması beni ilgilendirmez” diyemez. Aynı ayetin ikinci bölümünde birlik olma emrinin uygulanmasında hataya düşülmemesi için “tefrikaya düşmeyin” buyrularak, ayrılıklı, parçalı bir yapıda olunmasını yasak kılmıştır.

Birliğin sağlanmasının en önemli şartı, Müslümanların tek yöneticiye bağlı olmaları gereğidir. Eğer iki ve daha çok yöneticileri varsa, işte o zaman bu, iki veya daha çok kuruluşun (denek veya cemiyet) varlığı demektir. Bu ise ayrılığın, tefrikanın en açık işaretidir. Her bir kuruluşun varlığı ayrı birer hükmi şahsiyeti (ben de varım iddiası) doğurur.

NEDEN BİRLEŞEMİYORUZ?

Bazen; “Bu kadar çok ve dağınık olmak, İslam’ın prensiplerine aykırı ise bu kuruluşların veya devletlerin başındaki yöneticiler Müslüman değil midir ki, anlaşarak bir araya gelemiyorlar?” bir soru aklınıza takılır. Belki ayrı ayrı kendileriyle konuşsanız, onlar da aynı şeyi söyleyeceklerdir ama birleşme bir türlü meydana gelmemektedir.

İslam’da teslimiyet esastır, insanların ve kuruluşların şartlar koşarak, bu şartların kabulünü isteyerek bir araya gelmeleri mümkün değildir. Şart her iki tarafa da İslamdan gelmektedir. Peygamberimiz maruf (bilinen) bir hadis-i şerifte; “Üç kişi yola çıkarsa birisi imam olsun” bir başka rivayette ise “İki kişi yola çıkarsa birisi imam olsun” buyurmaktadır. İmamlığın (başkanlığın) geçerli olmasının şartı, tabi olanın(biat edenin) imama uyması ile mümkündür. Yol kelimesi de sadece seyahat esnasında kullanılan yol olmayıp, her iş ve çalışmayı kapsamaktadır.

“Efendim bak bizim mensuplarımız (bağlılarımız) çok, sizinki ise azdır. O halde biz büyüğüz, siz küçüksünüz. Gelin siz de bize katılın” gibi sözleri etrafınızdan çokça duyarsınız. Küçüklük ve büyüklüğü üye sayısı ile ölçen bu yanlış görüşlü adamlar bilmezler mi ki, “Güneşe veya ineğe tanrı diye tapanların” sayısı o kadar fazladır ki şimdi hepimizin güneşe veya ineğe tapması mı gerekir? O halde büyüklük ve küçüklük sayısal fazlalığa değil sağlam inanç ve fikirlere bağlıdır. Bir sepet çürük yumurta belki mideyi berbat eder de bir sağlam yumurta sizin karnınızı doyurur.

Yapılacak şey basittir. Günde beş vakit kılınan namazda “İhti nassıratal müstakiym–Bizi doğru yoluna ilet” diyen her inanan, önce kendini nefsaniyetten kurtulmalı, teslimiyetin yüceliğine sarılarak onun yasaklanmış yollara kaymasını önlemelidir.

BAĞLANMANIN FAZİLETİ

Biat, kişinin kendi rızası ile bir baş’a (idareciye) bağlanması, onun vereceği görevleri yaparken bu uğurda, parasını, ilmini, gençliğini, sıhhatini ve nefesini harcamasıdır. Bu saydığım hususlar bir hadis-i şerif de; “Bir mümin kabre varınca kendisine önce emanetlerden sorulur. Bunlardan cevap alınmadıkça bir karış ileriye geçirilmez” şeklinde karşımıza çıkmaktadır. Emanetler, aslıda kendimizin olamayan ve geçici olarak kullandığımız bazı değerlerdir. Bunlar; mal, gençlik, sıhhat, ilim ve nefestir.

Ne mal bizim, ne gençliğimiz, ne sıhhatimiz, ne ilmimiz ve ne de nefesimiz. Malımız ölünce vereselerimize kalmakta, geçliğimiz bir çırpıda geçip gitmekte ne sıhhatimiz sürekli olmakta, ne ilmimiz. Allah vermesin aklımıza bir şey olduğunda bırakın ilmimizi konuşmayı ve yapmayı, insanca yaşamaya bile kadir olamamaktayız. Nefeslerimiz ise zaten sayılıdır ve bir gün bitecektir.

HAK GELİNCE, BATIL ZAİL OLUR

Hz. İsa Allah’ın bir peygamberi olarak insanları Hak’ka davet ederken, önceleri toplumundan büyük tepkiler aldı. Hatta Hıristiyan olanları Roma’da arenalarda canlı canlı aslanlara parçalattılar. Neticede bir gün bütün Roma’nın kendisi Hıristiyan oldu. Peygamberimiz önceleri tek başına inancını ve fikirlerini yaymaya başlayınca başta Mekke olmak üzere bütün insanlık karşı çıktı. Sonunda Mekke fethedildi ve Müslümanların eline geçti. Arkasından Arap yarımadasının fethi, Rum diyarının (Anadolu) İslam’a yönelmesi, İspanya’nın Endülüs Emevi Devletinin kurulması gibi büyük ve önemli olaylar gerçekleşti. Yani idarede Hak geldi, batıllar birer ikişer yok oldular.

Komünizmin taraftarları solcular, ağızlarını her açtıklarında “Devrim” diye bir şey söylerler. “Nedir devrim? Devrim gerçekleşir ve siz yönetime gelirseniz neler yapacaksınız?” deyince, kendilerini tam manası ile açıklayamazlar. Ama var olanı, mevcudu devirelim bizim güneşimiz doğacaktır, gibi sözler söylerler. Hâlbuki İslam;”Hak gelince Batıl zail (yok) olur” esasını koymuştur. Yani her kurum ve kuruluşta, her fikir ve harekette en doğrusu ortaya koymalıdır ki yanlışlar ortadan silinip gitsinler. Gece karanlığının yok olması, ancak o yere doğan güneşin ışıklarının gelmesi ile mümkündür.

 Necip Fazıl Kısakürek merhum’un; “Durun kalabalıklar, bu yol çıkmaz sokak,/ Diye haykırsam kollarımı açarak” demesi işte bu yanlışlığa dikkatimizi çekmek içindir.