Tekli öğretim mi, ikili öğretim mi?

KERİM KIYIK

 

Kalabalık sınıflarla tekli öğretim mi, daha az mevcutlu sınıflarla ikili öğretim mi?

Milli Eğitim Bakanlığı’nın son yıllarda,  okullarımızda tekli öğretime geçme politikası var. Ülkemiz çapında, büyük oranda  okullarımızda tekli öğretime geçildi. Tekli öğretim uygulaması yerinde bir karar. Avrupa Birliği’nin de bu alandaki standardı, 18 kişilik sınıflarla tekli öğretim yapmak

Gerçekten  öğretimde ideal olan hedef, 18-20 kişilik sınıflarla tekli öğretim yapmaktır.

Ancak; biz, yeterli derslik üretmeden, altyapıyı oluşturmadan, “Tekli öğretime geçtik” diyebilmek  için,  iki sınıfı bir dersliğe koyduk. Tabi, sınıf mevcutları çok arttı. 40-50  kişilik sınıflar  oluştu. Tam anlamıyla işin kolaycılığına kaçtık.

Acaba, böyle kalabalık sınıflarla,  sağlıklı öğretim yapılabilir mi? Verim alınabilir mi?

Öğrenmeyi etkileyen birçok faktör var. Baş faktör, ilgidir. Bu ilgiyi (motivasyonu) öğretmen yaratacak. O nedenle öğretmen, öğretimin baş aktörüdür. 40-50  öğrencinin bulunduğu sınıflarda, öğretmen ilgi yaratabilir mi, uygun öğrenme ortamı oluşturabilir mi? Tabi ki, hayır.

Oysa; öğretmen, sınıfında etkin olmalı, hakimiyet kurmalı, ilgi yaratarak uygun öğrenme ortamı oluşturmalıdır. Öğrencisinin elini tutup, başını okşayabilmeli, sorunu olan öğrencisiyle bire-bir ilgilenebilmelidir.  Aksi halde, öğretimden verim alınamaz.   

Peki, bu durumda ne yapmalıyız?

1) Yeni derslikler üreterek, sınıf mevcutlarını normal sayılara çekebiliriz.

2)   Yeni derslikler üretmek kısa zamanda mümkün olamayacağına göre, ikili öğretime geçerek sınıf mevcutlarını yarıya çekebiliriz. 

3) Aynı zamanda, görev almak için sıra bekleyen genç öğretmenlere de, iş yaratmış oluruz.      

40-50 öğrencinin bulunduğu kalabalık sınıflarla öğretime devam edersek, geleceğimiz olan  çocuklarımızı, gençlerimizi gereği gibi yetiştiremeyiz. Sonuçta, ülkemiz kaybeder.

Eğitim- öğretimden tasarruf yapılamaz. Bir ülkeyi kalkındıracak olan baş kaynak, “Yetişmiş insan gücüdür.”

Gelişmiş ülkelere baktığımızda, ilk göze çarpan özellikleri, insanlarının eğitimli ve meslek sahibi olmaları, üretime katılmalarıdır.

O nedenledir ki; beş milyonluk Norveç, dört buçuk milyonluk Danimarka bizden fazla üretiyorlar. Ürettikleri yüksek teknolojiyi bizim gibi ülkelere transfer ederek, zenginleşiyorlar. Kişi başına düşen ulusal gelirlerini arttırıyorlar.

Biz de; öncelikle, 20-25 kişilik sınıflarla  öğretim vermeliyiz. Bu öğretimi çağımızın koşullarına uygun ve öğrenci merkezli yapmalıyız. Bu hiç de, zor değil. Öğretmenlerimiz var. Bilgi ve görgülerini daha da arttırmalarını sağlamak için, hizmet içi eğitimler verebiliriz. Yeni derslikler üretinceye kadar, ikili öğretim yapabilir, sınıf mevcutlarını normal sayılara çekebiliriz. Laboratuar çalışmalarına hız verebiliriz. Ezbere yer vermeyen, deney ve gözleme dayalı, öğrenmeyi öğreten, öğrenciye özgüven kazandıran öğretim metotlarını uygulayabiliriz.

Unutmayalım ki; biz, “Köy Enstitüleri” gibi bir mucizeyi gerçekleştirdik. Tüm Dünya’ya  örnek ve özgün bir eğitim modeli sunduk. Gerçekleşmesi mümkün değil(!) dedikleri, sekiz yıllık zorunlu eğitimi hayata geçirdik. Bugün ilk, orta ve yüksek öğretimde, yaklaşık 17 milyon çocuğumuzu, gencimizi “okul gibi bir kurumda” tutuyoruz. Eğitim-öğretim veriyoruz. Bu çok önemli. Örgün öğretimdeki öğrenci sayımız, bazı Avrupa ülkelerinin nüfuslarının iki- üç katı. Hem de, genç, dinamik ve eğitimli…

Özetle; öğretimde önemli olan, 18-20 kişilik sınıflarla, çağımızın gereklerine uygun, öğrencinin aktif olduğu, deney ve gözleme dayalı bir modeli uygulamaktır. Öğrenmeyi öğretmektir. Özgüveni gelişmiş, çevresiyle  sağlıklı iletişim kurabilen bireyler yetiştirmektir.

Tekli öğretim yapacağız diye, 40-50 kişilik sınıflarla öğretime devam etmenin hiçbir anlamı yok. Gereği de…

Aksi halde, çocuklarımıza yazık oluyor. En çok da, alt gelir gruplarının çocuklarına