Türkiye 85 yıldır kalkınmasını neden tamamlayamadı?

İSMAİL VERGİLİ

 

 


Bu soruya yanıt bulmak için, düşüncelerimi aşağıda dile getiriyorum.

Yorumunu okurlarıma bırakıyorum.

Asırlardır Osmanlı Devleti, İslamın radikal inanç düşüncesinin açtığı yoldan yürüyerek, müsbet Fen Bilimlerine sırt dönmüş, çağının bilim adamlarının öncüleri olan farabi'leri ve İbni Sina'ları dışlamış, bunun sonucu olarakta, evrenin yaratılış sırlarını bulmak için yapılacak bilimsel çalışmaları reddetmiş, insan yaşamının bütün safhalarını hep mistik bir din düşüncesine endeksleyerek, maalesef medrese eğitimi ile halkını uyutmuştur. Böylece Türk Ulusunu, Dünya ulusları içinde bilgisiz ve cahil bırakmıştır. Yalnız Osmanlı Devleti mi? Bütün İslam Alemi, aynı yolu izlemiştir. Bunun sonucu olarakta Hristiyan Alemi, bilimsel ve teknolojik kalkınmasını tamamlayarak, Ay'a gitmeyi başarmıştır. Şimdi de, gezegenler ve yıldızlara gitme çabası içindeler. Bu çalışmaların sonucu teknolojik üstünlükleriyle, İslam Aleminin başına kartal gibi konmuşlardır. Kan emiyorlar...

İşte Afganistan, işte Irak...

Bu örnekleri daha da çoğaltmak mümkündür. Peki bugün Türkiye ne durumda? Türkiye'de türbana dolaşmış “Körebe” oyunu oynuyor...

İslam Dini bir akıl dinidir. Allah, kutsal kitabı "Kur’an’ı Kerim”de “Bilenle, bi1meyen hiç bir olur mu?” diyerek, çalışmayı ve öğrenmeyi emreder. Hz. Muhammed’de,” İlim Çin de ise de git, ara, bul, öğren ve öğret” der. Hz. Ali’de, “Bana bir harf öğretenin, kırk yıl kölesi olurum. “ der. Görülüyor ki; İslam Dini, bilime, gelişmeye kapalı değil açıktır.

1. Dünya Savaşı sonunda galip olan İtilaf Devletleri, aralarında yaptıkları sözleşme ile ,Osmanlı Devleti topraklarını (Anadolu’yu) paylaşırlar. Bu paylaşım planı olan “Sevr Barışını” Osmanlı Padişah yönetimine kabul ettirirler. Bunun sonucu olarakta, Anadolu dört bir taraftan kuşatılır ve işgal edilir. Bu tehlikeyi çok daha önce gören bir Türk evladı Namık Kemal şöyle demiştir:

“Düşman yurdun bağrına, Dayamış hançerini.

Yok imiş kurtaracak

Bahtı kara maderini...”

diyerek, Türk Ulusunun gelecekte karşılaşacağı tehlikeye dikkat çekmiştir, Yine Türk Ulusunun bağrından çıkan bir evladı Mustafa Kemal ise, Namık Kemal'in bu serzenişine tarih önünde şöyle yanıt verir:

“ Düşman yurdun bağrına

Dayasın hançerini.

Elbet bulunur kurtaracak Bahtı kara maderini...”

diyerek, ulusuna seslenir. Vatan ve bayrak, özgürlük ve bağımsızlık için, Türk Halkını birlik olmaya çağırır. Tutsak ve köle olarak yaşamaktansa, ölmeyi emreder “Ya İstiklal Ya Ölüm” parolasıyla halkını kurtuluş savaşasına çağırır.

Türk Halkı Atasının çağrısına uyarak, kahramanca çarpışıp düşmanı yener. Düşmanı Anadolu’dan söküp atar. Bugünkü sınırlarımız, çizilir.

İtilaf Devletleri olan mağrur Avrupa'ya 24 Temmuz 1923 günü isviçre’nin Lozan kentinde kabul ettirilir. lmzalanan “Losan Barış Antlaşması” Türk Ulusunun, “Namus, şeref ve onur” belgesidir. Türkiye Cumhuriyeti Devletinin “Tapu Seneti”dir. Ne var ki, ABD, Lozan Barış Antlaşmasını tanımamış ve imzalamamıştır. Bu ABD bugün dostumuz ve sıtratejik ortağımızdır. Bu nasıl dostluk ve ortaklıksa?

Cumhuriyetin ilanı ile, Padişahlık yönetimi fiilen kaldırılmıştır ve tarihe karışmıştır. Kurtuluş savaşı yıllarında Anadolu teknolojik yönden hir dikiş iğnesini yapacak teknik imkanlardan yoksundu. Mustafa Kemal “Silahla kazanılan zafer, bilim - teknoloji - ekonomi ile taçlandırılmazsa, hiçbir anlam taşımaz.” demiştir. Bu amaçlada peş peşe bir çok devrimler yapar. Asırlarca ihmal edilmiş ve fakir bırakılmış Anadolu Halkını, “ANADOLU” yu imara çağırır. Türk Halkı, Atasına inanır. Ne dediyse yapar. Millet - Devlet elele, “Karma Ekonomi” modeli ile, Kamu İktisadi Devlet Teşekkülleri (KİT) ler kurulur. Devletin temeline din yerine akıl “Laiklik” konur. Yurtta eğitim sefeberliği yapılır. Devrim yasaları peş peşe çıkarılın.

Ülke, demiryollarıyla donatılır. Bölgenin özelliğine göre çeşitli fabrikalar açılıp, kurulur. Yapılan bu çalıımaların basılarını şöyle sıralamak mümkündür: TCDDY, Etibank, Sümerbank, Şeker fabrikaları, Demir -Çelik fabrikası ve hatta Kayseri’de Uçak fabrikası... gibi daha yüzlercesini saymam mümkündür. Sanayideki gelişme gibi, tarım alanında da hızlı hir gelisme olur. Öğrencilik yıllarımda (1948...l960) Türkiye dünya ülkeleri arasında kendi kendine yeten dünyanın 7 ülkesi içinde yer alırdı. Bu öğretilmişti. 2008'1erde Türkiye her şeyi ithal eder durumuna düşmüştür. Kayseri’de uçak fabrikasında üretilen uçaklardan 12 tanesi 1927 yıllarında Danimarka'ya satılmıştır.

Şimdi yazımızın başlığını oluşturan soruya dönelim. Türkiye 85 yıldır kalkınmasını neden başaramadı? Bu soruya yanıt verebilmek için önce Türkiye’yi, Almanya ile karşılaştıralım. Almanya, II. Dünya Savaşı sonunda 1945 yılında taş taşı üzerinde kalmamıştı. Her taraf harap ve viran olmuştu. Yenilmişti. Ülkesi parçalanmış ve ikiye bölünmüştü. 15 yıl sonra 1960 yılına gelindiğinde, Almanya toparlanmış yok edilmiş sanayi kuruluslarını yeninen kurmus, dış ülkelerden işçi almaya başlamıştır. 1970’lerde kalkınmasını geliştirerek, dünyanın lider ülkeleri konumuna ulaşmıştır. Bugün teknolojik yönden dünyanın ilk dört ülkesi arasındadır. Almanya 15 yıl içinde kalkınırken, Türkiye 85 yıldır kalkınmasını neden başaramadı?

Bu sorunun çok çeşitli sebepleri ve yanıtları vardır. Bu nedenleri bir kaç örnekle açıklamaya çalışacağım.

Birinci neden: Türkiye'yi yöneten siyasilerdir. İktidara gelmek için oy uğruna Dini, siyasete alet etmişlerdir.

İkinci neden: Dıs ülkelerden alınan kredilerin ülke çıkarları yönünde değilde, krediyi veren ülkenin istekleri yönünde kullanılması.

Üçüncü neden: ABD ile yapılan ikili anlaşma sonucu Kayseri'deki uçak fabrikasının, uçak bakım atölyesine dönüştürülmesidir. Böylece Türkiye, ABD’ye bağımlı durumuna gelmiştir. Bir pazar ülkesi durumuna düşmüştür. Montaj sanayii ile avutulmuştur Yerli malı yerine ithal malı kullanılarak, Türkiye’nin kalkınması adeta kösteklenmiştir.

Dördüncü neden: Eğitim meselesidir. Türkiye 1947’lerden sonra ABD eğitimine endeksli bir eğitim politikası izlenmiştir. Oysa 1940'larda oluşan eğitim sistemi ile, “Köy Enstitüleri” açılarak, Türk Köylüsünün top - yekun kalkınmasına yönelik bir eğitim sistemi oluşturulmuştu. Bu eğitim sistemi dış güçlerin yarattığı “komunizm” öcüsü ile engellenip, uygulamadan kaldırılmasaydı, bugün Türkiye kalkınmış dünya ile ve ABD ile boy ölçüşecek duruma gelirdi. Bu düşüncem bir kehanet değil, gerçek olurdu. Siyasilerimiz Türkiye'nin kalkınmasını katletmiştir.

Beşinci neden: Kamu İktisadi Teşekküllere yönetici olarak atanan kişiler atanma amaçları doğrultusunda çalışarak, kasıtlı ve bilinçli olarak, bu kuruluşların zarar ettirilmesi için çalışılmıştır. Böylece bu kuruluşlar Devletin sırtında bir kambur olarak gösterilmiştir. Satılarak elden çıkarılması fikri oluşturulmuş. Yaratılan bu düşünce sonunda “özelleştirme” çalışmaları başlamıştır. Bu özelleştirme fikrinin babası 8. Cumhurbaşkanı Turgut Özal’dır. Türkiye Cumhuriyeti'nin işler çarkını bozmuştur.

Bugün 2008'li yıllara gelindiğinde Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Kamu kuruluşlarından satılmadık hiç bir şey kalmamıştır. Türk Milletinin bütün yaşam hayat damarları kesilmiştir. En acısı da, şehit kanıyla sulanmış vatan topraklarının satılmasıdır.

Allah, insana akıl vermiştir. Doğruyu, yanlıştan ayırt etme gücü...

“Akıl yeryüzünde, Tanrının terazisidir.”, “İlimden gidilmeyen yolun sonu karanlıktır.”, “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir.”, “Dindarlığın en üstünü, dindarlığı gizlemektir.” Türbanla simgelemek değildir...

Aklı başında olan her Türk Yurttaşının, ülkesinin içinde bulunduğu kötü koşulları görüp, şapkasını çıkarıp önüne koyup, düşünmesi gerekir. İnsan olmak düşünebilmektir. Duygu ve düşüncelerimi paylaşan yurttaşlarımıza saygılarımla esenlerim.