ÜMMET, KUL/ULUS, YURTTAŞ...

FARUK HAKSAL

Bir halk ulus oldu mu, o halkı meydana getiren her insan bir vatandaş oluyor, yurttaş haline geliyor…

Peki, ya ümmet oldu mu?..

- Kul olunuyor… Kul!

Emirlere itaat eden, söyleneni yapmaktan başka bir imkânı aklının ucuna dahi getiremeyen bir otomat, bir uydu…

21 yüzyılın insanı içinde kul olmayı kim kabullenip, isteyebilir ki?..

Aklı başında olan hiç kimse bu duruma getirilmeyi kabullenemez, isteyemez; bu açık…

Ama bazı gözü-açık uyanık güçler, bu halin kabullenilmesini ve hatta talep edilmesini istetebilirler…

Kul olmayı, köle olmayı ve kendi özgür iradesinin tam karşısında yer alan bir otomat haline gelmeyi talep ettirebilirler…

Bu sonuca ulaşabilmek için ciddi, sürekli ve özellikle erken başlayan bir beyin yıkama faaliyetine ihtiyaç vardır.

İnsanları sorgusuz sualsiz itaat etmeye koşullandırmak için çok erken çağlarda başlayan sistemli bir eğitim gereklidir.

Bu eğitimin içinde sorgulama kültürü yoktur.

Soru sormak yoktur.

Sonuç olarak da yanıt aramak da yoktur.

Yani kısacası, işin özeti, düşünme işlevi yoktur.

Her şey söylendiği gibidir.

Yapılacak olanlar, emredildiği gibidir…

Neden sözcüğü çöp tenekesindedir.

Tereddüt yoktur, şüphe etmek yasaktır.

Bütün gerçekler dümdüzdür, tek yanlıdır; nasıl söyleniyorsa, tıpkı ve aynen öyledir…

Ve bu toplumda sükût hâkimdir.

Düzenin görünen yüzünde sakin bir durağanlık egemendir.

Yönetenler bu durağanlığa mutluluk adını vermektedirler.

Dolayısıyla ümmet, mutlu bir toplum düzenidir…

Ama insan… Doğası gereği karmaşık bir psikolojik öğe, çok yanlı akışkan bir dinamik ve rengârenk bir yumaktır…

Ve hiçbir zaman ve hiçbir dönemde sürekli olarak baskı altına alınamayan bir yapıya sahiptir.

Dolayısıyla, insanları tebaa olarak kabullenen ve adına ümmet denen bu düzen, tarihteki rolünü tamamlamış ve yerini özgür vatandaşların oluşturduğu ulus yapılanmasına bırakmıştır.

Yaşadığımız çağda hiç kimse ümmetin “başkan”ı olmaya heveskâr olmamalıdır…

Çünkü, kısa vadede bu masala kanan “yüzde şu” ya da “yüzde bu” miktarda insan, belki bir süre bu “başkan”a itaat edebilir… Ama ümmet çökmüş ve yerini millet almıştır.

Ve millet, egemenliği kendi eline almış ve kendi gücünü özgürce kullanmaya karar vermiştir…

Böylece de geçmiş çağlarda üzerinde raks edilen bulanık zemin kayıp gitmiş ve yerini, halkın bilinçli özgür iradesinin oluşturduğu demokrasi ortamına bırakmıştır.

Ama sözünü ettiğimiz bu demokrasi bir nutuk edebiyatı öğesi değildir.

Demokrasi karşıtlarının dillerine dolanmış sanal bir kandırmaca hiç değildir…

Halkın, kendi özgür düşünce ve eğilimlerini bizzat kendisinin üreterek topluma yansıttığı bir halk hareketidir.

İşte yaşamakta olduğumuz çağın gerçeği budur.

Akan suyun yönü budur…

Ve bu su, dağlardan çağlayarak aktığı ovada kendi benzerleri ile birleşmekte, büyümekte, derinleşmekte ve tüm insanlara hayat vermeye hazırlanmaktadır.