VER GİTSİN!

 

 

Ver gitsin…

Öyle derdik, gençken. Ver gitsin.

Umursamadığımız işler işin söylerdik. İşin zorluğunu, kolaylığını gaile bile almazdık. İşin içinden sıyrılmak için, işi baştan atmak için, ver girsin derdik.

Bu söylediğim, bundan en az otuz yıl evvelindendi.

Şimdi bu işi yapanlar, posta yolu ile yapıyorlar. Veriyorlar kuryelerin ellerine, “Ver gitsin” diyorlar. Sonuç ne olursa olsun, bilen mi var?

İki gün evvel bir telefon aldım. Tanımadığım bir telefon numarası idi.

Cepten aranıyordum üstelik.

Açtım telefonu, karşıdaki ses ismimi  doğru olup olmadığını sordu. Doğrudur dedim.

Niçin arandığımı sorduğumda bana şaşırdığım bir cevap verdi.

“Banka kredi kartınız var, onu teslim edeceğim.”

Bir şaşkınlık daha yaşadım.

Benim bildiğim ve kendi isteğimle kullandığım üç bankanın kartı var. Dördüncü bankadan ne kart talebim oldu, ne de kart ihtiyacım.

Adı geçen banka ile de, dolaylı veya dolaysız hiçbir alışverişim olmadı.

Tabi, telefon eden kuryenin kart teslim talebini reddettim.

Şimdi düşünüyorum, neden kredi kartı mağdurlarının son bir ayda 2 milyon 500 bin kişiye çıktığını…

Kredi kartları yeni uygulanmaya başladığından bu güne, kredi kartı tarihini bir irdeleyelim. İlk kart uygulaması başladığında, vatandaşlar ilgili bankalara başvuruyorlardı. Kişiler kredi kartını alabilmek için kefille birlikte başvuruyorlardı. Ve en az bir hafta bekletiliyordu, araştırılıyordu. Sonunda bin bir nazla kart sahibini buluyordu.

İkinci aşamada bankalar baktılar ki, bu kart  uygulamaları işlemlerini bir kar daha katlattı, kar payları katlandı;, bu sefer, bankaların önlerine masalar kurulmaya, başına da memurlar konularak vatandaşa kefilsiz kart dağıtımı başladı.

Bu uygulamada kişinin kullanacağı  kredi limiti belirlendi. Gelirine göre belli bir miktarda kredi kullanabilirsin denildi.

Daha sonra bakıldı ki, kredi kartı ekonomide yerine oturdu ve  kredi kartının borcunu ödeyemeyenlerden katmerli katmerli  faizlerle geri ödemeler yapılıyor. Bankalar kârlarının üstüne kârlar ekliyor. Bu sefer uygulamada üçüncü aşamaya geçildi.

Bu uygulamalarda da, dağıtım, sokak başlarına, vatandaşın yoğun olduğu meydanlara taşındı. Bu sefer, sorgusuz sualsiz kartlar anında verilmeye başlandı.

Limit mi? Önce limit var denilse de; iki , üç ödemelerin sonucunda limitler de, iki, üç misli artırıldı.

Vatandaş, halinden memnun. Bankalar ise hallerinden daha çok memnundu.

Nasıl olsa, daha önce yaşanan banka yolsuzluklarında olduğu  gibi  devlet sahip çıkacaktı. Bu seferde çıkabilirdi. Dolayısı ile devlet güvencesi sonsuzdu.

Borcunu ödeyemeyen kredi kartı borçluları da, milyonlara vurmaya başladı.

Dördüncü aşamada ise bankalar Türkiye genelinde semt pazarlarına düştüler.

Görüyoruz ki, semt pazarlarında pazara çıkan ev hanımlarına bile ısrarla kredi kartı verilmeye çalıştılar.

Bu işte öyle ileri gittiler ki, pazar satıcıları bile mallarını satabilmek için bunlar kadar ısrarcı olmadılar. Çünkü, çalışmadan kârlarına kâr katıyorlardı. Hem de kısa sürede…

Bankacılığın ana görevi reel sektöre kaynak yaratmak olduğu unutularak, doğrudan borsaya yatırım yaparak, kısa yoldan   kârlarına kâr katmayı tercih ettiler.

Bu da, vatandaşın evinde yaptığı hesabı çarşıya uyduramamasından dolayı, intiharlara, ayrılmalara ve ruhsal bunalımlara neden oldu.

Bankaların düşüncesi, kâr hırsıyla  insan faktörünü yok saydılar. Bu da bankacılık felsefesinin yatırımdan öte, paradan para kazanmak olduğunu ortaya koydu.

Bu yüzden bankalar, borcunu ödeyen müşterilerini hiç sevmedi. Ödeyemeyen  müşterilerini ise baş tacı etti. Çünkü kârlarının büyük yüzdeliği onlardan  sağlıyorlardı.

Bu sistem bankacılığın beşinci basamağını oluşturdu.  Posta, kurye kanalı ve telefon tuzakları ile avlar başladı.

Bana gelen telefon da böyle bir telefondu.

Şimdi soruyorum, ben yolunacak kaz mıydım ki, banka benin telefonumu ilgili telefon şirketinden alabiliyor ve özelime girebiliyor?

Dolayısı ile de kişisel haklarıma  tecavüz etmiyor mu?

Benim özel telefon numaramı öğrenme hakkını nereden alıyorlar?

Bankalar, acaba bu uygulama ile, asli görevleri olan “reel sektöre kaynak aktarma” görevlerini mi yapıyor? Yoksa, nasıl olsa memlekette yolunacak kaz çok, “ver gitsin mi” diyorlar.?