KENDİ KENDİNİ EZEN MAHKEME

 

 

Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç, Anayasa değişikliklerini içeren Yasa ile ilgili iptal davasının incelenmesi sonucu Anayasa Mahkemesinin kararını açıkladı;

İptallerden biri;

*Hem Anayasa Mahkemesi, hem de Hakim ve Savcılar Yüksek Kurulunda her boş üyelik için ilgili kurumlar tarafından gösterilecek üçer adaya değil, ancak bir adaya oy verme işlemidir.

*Diğer iptal kararı ise; Hakim ve Savcılar Yüksek Kuruluna, Cumhurbaşkanı tarafından doğrudan seçilecekler arasında yer alan “İktisat ve Siyasal Bilimler dallarında görev yapan öğretim üyeleri ve üst kademe yöneticilerinin” seçimini iptal etti. Yani, Cumhurbaşkanı HSYK’YA  sadece hukukçulardan seçebilecek.

Şimdi sizleri 2007 yılının Ekim ayının 22’sine götürmek istiyorum. Önceki Başkan Sayın Tülay Tuğcu yaş haddinden dolayı emekli olmuş, yerine bir başkan seçilecek. Anayasa Mahkemesinin İç tüzüğüne göre 11 asıl üyenin salt çoğunluğu ile başkan seçilebilecek. Yani 6 oy gerek. Anayasa Mahkemesi Başkanının çok geniş yetkileri var. Gündemi belirlemek, istediği davayı, istediği zaman gündeme almak, raportörleri belirlemek gibi. Örneğin, Osman Can, Haşim Kılıç’ın Türkiye’ye armağanıdır!

Yüce Mahkemenin, Yüksek Hukukçu üyeleri bu seçimde kendi içlerinden “Hukukçu” bir başkan seçme becerisini gösteremediler. Hırsları akıllarının üstüne çıktı, bölündüler sonunda bir kısmı Haşim Kılıç ve ona oy veren bir üye ile anlaşıp, Başkan vekilliği koltuğuna karşılık, Hukukçu olmayan birini, “İktisadi ve Ticari İlimler Akademisi” mezunu bir kişiyi, Türkiye’nin Yüce Divan görevi de yapan en üst mahkemesine başkan seçtiler!!!

Peki şimdi ikinci iptal maddesi ile ne diyorlar?  “Cumhurbaşkanı, İktisat ve Siyasal Bilgiler dallarında görev yapan öğretim üyeleri ve üst kademe yöneticilerini üye olarak atayamaz!!!”

Haşim Kılıç, öğretim üyesi miydi?  Haşim Kılıç üst düzey yönetici miydi? Keşke olsaydı.

Ben daha o gün Anayasa Mahkemesinin “Hukukçu” Üyelerini; Hukuk Devleti ve Lâik Cumhuriyete bağlılık derslerinden sınıfta bırakmıştım. Bu yüzden kararlarına şaşırmadım. Üstelik verdikleri kararla, referandumu da şimdiden şaibeli duruma düşürdüler. İptaller karşısında Yüksek Seçim Kurulu 16 ve 22. Maddeler ve bunlara bağlı geçici maddeleri, referandum oylamasının dışına çıkarması gerekir. Aksi takdirde yeni bir hukuksuzlukla karşı karşıya kalacağız.

Yapılması gereken, hem bu hukuksuzluğu, hem de AKP’nin yeni “Haşim’ler” yaratacak bu teklifini, Türk Milleti olarak, 12 Eylül 2010 da reddetmek ve sandığa gömmektir…

Anayasa Mahkemesinden bundan böyle “hayır” bekleyenlere iki adet atasözünü hatırlatmak isterim;

*Kendi himmete muhtaç bir dede, nerede kaldı başkasına yardım ede…

*Kelin ilacı olsa, önce kendi başına sürer…

SEN  KİMİN 

ASKERİSİN ?

BDP Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’un BDP Milletvekiline yönelik “Ya Yemininize sahip çıkın, ya da dağa mı ne reye gidecekseniz gidin” sözlerine partisinin grup toplantısında cevap verdi;

“Başbuğ, milletvekilleri mizi açık hedef haline getiren ciddiyetsiz açıklamalar yaptı. Bir milletvekiline emir verir gibi konuşmak Genelkurmay Başkanının haddine değil, burası kışla değil, biz de senin emir erin, askerin değiliz. Savcıları göreve davet ediyorum” dedi.

Başbuğ, BDP Milletvekili  Suruçlu İbrahim Binicinin, bir teröristin cenazesine katılması ve üzerinde “İNTİKAM” yazan bir pankartın önünde poz vermesi üzerine yukarıdaki sözleri söylemişti. İyi de etmişti.

Kendi ülkesinin askerini şehit eden bir teröristin cenazesine katılıp, üstelik intikam çığlıkları atanların sözcülüğüne soyunan birine başka ne denir ki? Avrupa’nın her hangi bir ülkesinde bir milletvekili bunu yapsa, anında kulağından tutup, içeri atarlar…

Selahattin Demirtaş gibiler, kesinlikle tüm Kürt kökenli vatandaşlarımızın temsilcisi değillerdir. Bu bölgenin hemen her tarafını gezen yöre insanları ile bire bir konuşan, bölgedeki aşiret dengelerini de iyi bilen biri olarak söylüyorum. Büyük bir kısmını tehdit ve baskı ile aldıkları oylar bunun en iyi kanıtıdır. Bunlar bölücü terör örgütü PKK’nın siyasi temsilcileridir. Bunlar kendi insanlarını sömürerek zenginleşirler. BDP’li milletvekillerinin tamamına yakını ya toprak ağasıdır, ya da aşiret reisidir. Bunların servetlerinin artması ve    lükslerinin devam etmesi için, bölgede terörün devamı şarttır.

Bunlar bu ülkenin her türlü nimetinden faydalanırlar, demokratik rejimin imkanlarını kullanırlar, Türk Ordusunun Komutanına utanmadan laf söylerler, ama bitli bir peşmerge’nin önünde selama dururlar…

Barzani ile görüşebilmek için günlerce kapısında beklerler, konuşurken Barzani’nin yüzüne bakamazlar ve mutlaka onun karşısında yerde bağdaş kurup öyle  otururlar.

Soralım bu Selahattin Demirtaş’a, sen Türk Milletinin askeri olduğunu kabul etmiyorsun.

Sen kimin askerisin?

PKK’nın? 

Barzani’nin?

Sen Türkiye’nin neresindensin?

Sen kimin askerisin?

Önceki ve Sonraki Yazılar