KENTİMİ SEVİYORUM -8-

 

/geçen haftadan devam/

Kırtasiyeci, berber, telefoncu. Karşıda her akşam üstü aynı saatte selamlaştığımız Ahmet amca caddenin en eski esnaflarından. Söke’nin çınarlarından, akşam üstleri cadde yürüyüşlerimde   saatine bakıp “ yine aynı saatteyiz.”  Tebessümüyle selamlaştığımız güzel insan. Vitrini al benili, kadın – erkek konfeksiyonu, yanında telefoncu, sokak başı. Bu kısık da kıvrılarak her türden esnaf yoğunluğunu Aydın Caddesi’ne dek götürüyor.

Sağda diğer yöne ayrılan yol,  eski camiye çıkıyor ve  bir önceki kısıkla birleşip pazaryerine kadar gidiyor. Metruk bir bina vardı bir zamanlar bu köşede, şimdi yeni bir yapı yükselecek, paravanlarla çevrilmiş arsası. Bu ışıltılı caddeye ,  insanın içini karartan küflü metal paravanlar yerine daha uygun daha uygun doğa resimleriyle donatılmış paravanlar konulabilirdi diye düşünürken, önümde bir çöp dağı. Günün hemen hemen her saatinde çevreye sızdırdığı kirli suya bulaşmamak için özenle geçilmesi gereken bir engel. Anlamayanların gözüne sokulurcasına ”park etmek yasaktır!” levhasına karşın taşıtların, geçişleri engellediği bu alan “Hiç kimsenin dikkatini çekmiyor mu?” sorusunu getiriyor  akla. Çevrede bir çok konutun bulunduğu bu çöplük, umarsızca çevre sakinlerince, günün her saatinde atık atılan bir yer. Hem de burayı kullananların,  atılan çöplerin kara sinek ve mikrop olarak geriye dönebileceği düşünülmeden, gelip geçenin de umursamadan tepkisizce kanıksadığı görüntü, hiç değilse sokağın iç kısmına kaydırılmasıyla yok edilebilir. Ama artık tüm çağdaş kentlerde olduğu gibi ‘saatli mobilize çöp toplama sistemine’ geçişin düşünülmesi  daha da yakışacaktır, ‘akıllı kent’ ödüllü Söke’mize.

Bir de  cadde üzerindeki bir çok apartmanın balkon sularını caddeye boca eden, kaldırım altı çıkışlar pek sağlıklı değil gibi. Deterjanlı ve kirli suların, insanların yoğun olduğu yolun üzerine bırakılması pek garip.

Mobilyacı, perdeci karşılıklı caddenin en kapsamlı firması. Bu genişlik yatay dağılım yerine, çok katlı tek yapıda ya da bir pasajda yapılanmış olsaydı,   daha mantıklı olurdu  gibi. Yine telefoncu, uyducu, gümüşçü, gözlükçü, et piliç şarküteri, ayakkabıcı ve butik kentin en bakımlı pasajlarında biri “Grand Bazaar”.  Girişin sağ yanı caddenin en işlek pastanesi, zaman zaman dondurma kuyruklarının oluşması ve insanı rahatlatan atmosferiyle kalitenin adresi. Pasajda bir zamanlar ben de bulundum. Sıkı dostluklar yaşandı. Hatta gazetemizde de haberlenmişti. Pasaja büyük bir işlevsellik kazandırma düşüncesiyle “Grand Bazaar Esnaf Güç Birliği” oluşumunu başlatmıştık. Ama ne yazık ki kolektif çalışma ruhu çok geçmişlerde kaldığı için, bir gelişme olmamıştı.

Eczane, beyaz eşyacı, giysici, mini süper market, bir milyoncu, giysici, bilgisayarcı, kasap ve yine mobilyacı köşeden caddeyi dik kesen bir yanı büyük parka, diğer yanı Pazar yerine çıkan sokak. Bugün de diğer çarşambalar gibi çok yoğun.

Başımı yukarı kaldırdığımda  bazı binaların dış cephesindeki yıpranmışlık görüntü kirliliğini arttırıyor. Diğer bir görüntü kirliliği de caddeyi dolduran zevksiz tabelalar.  Ben bunları düşünürken yol üzerinde ölçüm yapan iki genç görevliye rastlıyorum. Onlar hakkında ayaküstü söyleşen esnafların birisinden,  ‘ tabelalara standart getirilecekmiş onun ölçümlerini yapıyor.’ sözlerine kulak misafiri oluyorum. Güzel bir gelişme.

Solda eçmişten günümüze gelen tek yapı, ağaçları kaldırıma taşmış iki katlı konak. Apartmanlar arasında  sıkışıp kalmış ve zamana direniyor. Bence koruma altına alınıp bir kültür merkezine dönüştürülebilir. Bir ara kapısında asılı olan “satılık” levhası artık yok.

Bitişiğinde başka bir mobilyacı ve Köşem Döner. Uğrak yerlerimden ve zamanımı keyifle geçirdiğim mekanlardan biri.  Yaşar Usta ve Kader usta ve Ümit, okuduğumuz kitapları tartıştığımız, bir çok konuda düşün alış verişi yaptığımız insan sever dostlar.Kendilerini yenilemeye açıklar.   Elbette güler yüzlü hizmetten ve ürünlerinin kalitesinden de söz etmek gerek. Karşıda iki katlı bahçeli ev apartman olmayı bekliyor. Sağda tekel büfe, iki hediyelik eşyacı, parfümcü fırın, çiğ köfteci, zücaciyeci ve sinema. Bir kentin olmazsa olmazlarından sinema ama pek ilgi gördüğü söylenemez. Sinema deyince Efes sinemasına işlevsellik kazandırılamamış olması, Sökeli sanatseverler için bence bir kayıp.

Karşıda perdeci, köklü köylü bankalarından birisi taa pancar üretiminin yok edilmediği,  ithal şeker kamışı şekeri gelmeden önce , ağız tadıyla şeker yediğimiz günlerden gelmekte.  O zamanlar bu dalda tarımı desteklemek için kurulmuş olmalı.      

Mobilyacı, mini süper market, beyaz eşyacı ve bir inşaat. Korunaksız ve özen gösterilmeyi bekleyen paravanlar sanki tehlikeye davet çıkarır gibi.

Elektrikçi , fotoğrafçı, butik, emlakçi, Belediye sosyal tesisleri, ve bakir hangarlar, Kadın meclisi , Yardım derneği , güneş enerjicisi, kuaför ve tren yoluna çıkan sokak. Manav ve Tren Garı…

İstasyon kafe, cadde üstünde önemli bir boşluğu doldurduğu, gün içindeki yoğunluktan belli. Karşısında da apartmanlara diren eski bahçeli bir konak ve ondan önce eczane, ayakkabıcı, çiğ köfteci, aş evi geride bıraktığım inşaata bitişik. Aydın caddesine çıkan ve bir yanını  Atatürk Parkı’na dayamış , çift yönlü bu kısacık sokak palmiyeleriyle ve rengarenk çiçekli tretuvarıyla , güzel caddelerimizden birisi. Kavşaktaki yuvarlağa bir Mevlana heykeli yakışır. Tren garından inen yerli yabancı turistleri dostça karşılayacak. Ne dersiniz. Sekiz köşe yazısına sığdırdığımız bir ‘Çarşamba Günü Güncesi” burada sona erdi. Esen kalınız…

Önceki ve Sonraki Yazılar