Siyasete girmeden, siyaseti öğrendik

 

 

Siyaset. Her kesimin yapamayacağı bir meziyet işi. Siyasetin tam açıklaması, toplumda gelişen siyasi görüşlerin çatışmasının uzlaştırılması işidir. Ama görüyoruz ki, bugün ülkemizde uzlaştırma yerine ayrışmalar yaratılmaktadır.

Uzlaşma aranacağına; meydanlarda, televizyon programlarında, hatta kahvehane toplantılarında hangi siyasiye nasıl çamur atar da alt edebiliriz kavgaları yaşanıyor. Nedendir bilinmez, siyasi parti liderleri ülkenin gelişmesi, ülke barışının nasıl sağlanacağı projelerini açıklama yerine, dedikodularla, sokak düellosuna benzer hareketlerle yaraların üzerine,  körükle gidiyorlar.

Türkiye’de siyaset bozulmuş mu diye soranlar azınlıkta değil. Bunu karşılığında biz de “Türkiye’de ne zaman vardı ki?” sorusunu karşılık olarak verdiğimizde, söylenecek söz olur mu? Bence olmaması gerekir.

Bu nedenle de liderlerin biraz daha samimi ve sakin, halk arasında ayrılıkları körüklemeden siyaset yapmaya çağırmak, hakkımız olsa gerek. Millet artık sakin ve samimi liderler istiyor. Millet kişisel suçlamaların ötesinde bir siyaset istiyor. Millet inandırıcı ve realist bir siyaset istiyor. Parti liderlerinin meydanlarda yarattıkları bu korkutucu görüntü, yerelde de başkan adaylarını da etkiliyor. Bir başkan adayının yapacağı icraatı ve yaptığı hareketi dolayısı ile alkışlayıp övdüğünüzde,  telefonlarınız hiç susmuyor. Sizi öven sözlerin nasıl dizildiğini şaşırmadan görebiliyorsunuz. Teşekkürler üstüne teşekkürler edilebiliniyor.

Ancak…

Kişinin toplum tarafından alkışlanamayacak bir hareketini eleştirdiğinizde vay halinize. Sanki kişisel olgulara parmak başmış gibi olursunuz ve adınız doksana çıkar. Toplumun en kötü yazanı, çizeni siz oluveririsiniz. Kendilerinin yalan söylemeleri, halkın gözünü boyamak için attıkları çamurlar, meşrulaşıverir birden.

Sizler onları hiç eleştiremezsiniz. Çünkü onlar seçilmiş insan statüsüne kavuşmuşlardır. Dolayısı ile hataları da olamaz. Hata eleştirendedir. Bir de, ben eleştirimde haklıyım derseniz, o zaman yandınız. Hemen hakkınızda karar verilir ve adınız “satılmış kalemlere” çıkar. Bazı kalemler de bu çamuru köşelerine taşıyarak, “eğer o kişi başkan olursa, satılık kalemler de emekli olur” diyerek göndermeler yaparlar. Ama unutulan bir konu vardır ki, o satılmış denilen kişiler zaten emeklidir.

Emekli maşlarını da belediyeden almadıkları için içleri rahat. Arkadaşımızın da içi rahat olsun. Onlar kimseden yardım dilenmezler. Kendileri bir siyasi partiyi ön plâna çıkararak yazım hayatını sürdürürken, ya o arkadaş başkan olursa. İşte o zaman, bu arkadaşlarımızın hali ne olur? Onu bilemem.

Bence zararı emekliler görmez. Hele hele bu işi amatör olarak, gönül işi olarak yapanları hiç etkilemez. Onlar yazı yazmayıverirler, olur biter. Tabi ki, emekliler kaybetmez. Yazarın veya yayın yapan yerin basın hayatı kaybeder, bu da bir gerçek. Basında köşe yazılarına baktığımızda, yazan arkadaşlarımızın çoğunluğu emeklidir. Bu işlerini de topluma borçları olduğuna inandıkları için yaparlar. Onlar siyasetten hiç mi hiç anlamazlar.

Amaaa..

İşin doğrusu, siyasete girmeden siyaseti öğrendik. En sonunda öğrettiler. Düne kadar, ağabey, başkanım diyenler öğrettiler sağ olsunlar. Zaten, siyaset bize göre değildi. Olmadığı için de yazar olmaya çalışıyoruz. Çünkü yazar çamur atamaz. Altında kalacağı sözleri de söylemez. Bilmediği konulara da asla girmez. Önce inceler, yorumlar ve yazar.

Yaptığı eleştirilerini de gerçeklere dayanarak yazar. Sorulduğu zaman da çıkar aslanlar gibi ispat ederler. Kendilerine yöneltilen suçlamaların ispatlanmasını da sabırla beklerler, son sözlerini zamanı geldiğinde söylerler.

Önceki ve Sonraki Yazılar