SON SÖZ (2)

 

 

* Önceki sayıdan devam

Kerime, İsmail’in bu parlayan gözlerini gördüğünde, çocuklara karşı daha bir soğukluk duygusu hissetti kendinde. İki eliyle karnını tuttu. Değişik hislerini göstermemeye çalıştı. Artık kendi bebesi oluyordu ve kendisinin çocuğunu sevebilecekti.

Naylon torbaya konulan bir gecelik ve bir terlikle hazırlıklar bitirildi.

Kerime, İsmail Öğretmenin koluna girdi. Kapıya yöneldiler. Hastane ye gidiliyordu. Kerime son defa geri dönüp salonun içine baktı. Kaşlarını hafifçe çatarak, Zeliha’ya ,

- Ben gidiyorum. İnşallah bir haftaya kalmaz geleceğim. Sakın ha evi pisletmeyin. Geldiğimde evi tertemiz görmek istiyorum anladın mı? Diye, tembih etmeyi ihmal etmedi.

Zeliha, gecekonduda oturdukları aylardan bir mayıs ayında, yeni eve taşınmadan üç ay önce evlendirilmişti. Tabi ki, kardeşlerinin bakıma ihtiyaçları olduğu zaman imdatlarına koşacaktı ve koşmuştu da. Bu günde öyle olmuştu. Bu günde annesine verdiği sözü yerine getiriyordu.

Yeter bir buçuk yaşında, Aslı dört yaşında idi. Suat ise on yaşındaydı. Dördüncü sınıfa gidiyordu. Bu yaşlarına  kadar ablalarının yaptıklarını  hiç unutamazlar. Kışın üşüseler yorganları, yazın ise gölgelikleri olmuştu. Hastalıklarında ise sabahlara kadar baş uçlarında beklemişti.

Kerime hastane ye gideli bir hafta olmuştu. Sezeryanla bir kız çocuğu dünyaya getirmişti.

Onun için hemen taburcu etmemişlerdi. Hastahane evlerine elli metrelik bir mesafede idi. Bu yüzden telsizler Doğum Evinin kapısında bulunan memurlarını tanıyorlardı.. Hastaneye girmelerinde de zorluk yaşamadıkları için, rahatlıkça ziyarete gidebiliyorlardı. Yeni doğan kız kardeşleri  kap kara, kıvırcık saçları olan bir bebekti. Her gün yeni bebek bezlerini Suat götürüyordu hastaneye.

Doğumdan on beş gün sonra anneleri, kız kardeşleriyle  birlikte eve döndü. Ev bayram yeri gibiydi ama, anneleri eve döndüğüne pişman gibiydi. Dönmüştü  ama, artık evde eski hal ve hareketlerden eser de kalmamıştı. Eski Kerime gitmiş, yepyeni bir Kerime gelmişti eve. Devamlı yatağında yatan, kucağından kızını hiç indirmeyen, hep  bağıran, dört yaşındaki küçücük bir kız çocuğuna çay yapması için baskı kuran, bir ev hanımı olmuştu. Evin en küçük kızı Yeter ablası ile beraber gitmişti. Ev de iki çocuğum bakımı zor olacağından babaları onu ablaları ile yollamıştı. Zavallı babaları İsmail Bey, kısıtlı bütçesinden Kerime’den’den gizli, Zelihe’ya ev harçlığı gönderiyor, Suat’a da sıkı sıkı tembih ediyordu.

- Sakın ha, annene, ablana para verdiğimi söyleme. Ağzını sıkı tut, diyordu.

Aradan yıllar geçti. Suat öğretmen okulunu kazanmıştı. Kardeşleri de artık büyümüşler okula başlamışlardı. Hatta, ikinci bir kardeşi  bile olmuştu. Erkek bir kardeşi olmuştu. Salim, ailenin en küçüğü, kıvırcık sarı saçları olan şip şirin bir bebekti. Bir anda evin en sevilen erkeği oluvermişti. Artık Kerime daha başka bir anne olmuş, tam bir gardiyan rolü üslenmişti sanki. Allah’tan çocuklar iyice büyümüşler, ayakları üstünde durmaya başlamışlardı.

Mehmet öğretmen okulu beşinci sınıfını okuyor, Bayram evlenmiş, kendi evini kurmuştu.

Aslı serpilmiş genç bir kız olmuş, evin bütün yükünü yüklenmişti. Yeter ilkokul üçüncü sınıfa gidiyor, küçük kız kardeşleri Belma da birinci sınıfa başlamıştı.

Biri kız, biri erkek iki çocuğa sahip olan Kerime, artık üveyliğini iyiden iyiye göstermeye başlamıştı. Babaları sabah erkenden kalkar, bir bardak çay içer, çantasını aldığı gibi okulun yolunu tutardı. İşte bu saatler ev cehenneme döner, pencereler her günkü nöbetine döner, ter temiz olur, yerler üç beş kez sabunlu su ile silinirdi. Kerime kalkmadan, hanım efendinin kahvaltısı hazırlanıp yer sofrası kurulurdu.

Kerime sofraya bağdaş kurup oturduğunda sağ yanına Salim’i, sol yanına da Belma’yı oturturdu. Sofraya gelen kaynatılmış yumurtaların sarıları çıkartılır, Belma ile Salim’in önüne konur, beyazları da Yeter ile Aslı’ya kalırdı.

Üvey analığı apaçık öyle gün yüzüne çıkıyordu ki, bazı kahvaltılarda kaynatılan yumurtaların en büyükleri Salim ve Belma’ya ayrılıyor,  onların ekmeğine sürülen yağlar daha kalın oluyordu.

Yine bir sabah kahvaltısında komşumuz Kadriye Teyze, Karaşar'dan aldığı baldan getirdiğinde, sofradaki adaletsizliği sezmiş, üzüntüsünden kızarmış, balı bırakır bırakmaz evine dönmüştü. Aynı gün öğleden sonra komşular bir araya gelip çay içerken dayanamamış, pat diye herkesin içinde;

- Kerime bu sabah beni çok şaşırttın biliyor musun kız? Deyip ağzındaki baklayı çıkarıvermişti. .

- Niyeymiş kız?

- Sabah sofradaki haliniz neydi? Yazık vallahi, yetimlere böyle davranma. Bak seninde evlatların var. Allah büyük. Senin yaptıklarına Allah razı olmaz. Yetimlere yaptığın ayrımcılık yarın fitil fitil burnundan gelir.

Kerime, Kadriye’nin bu söylediklerini anlamamazlıktan geldi.

- Ne yapacakmışım yani Kadriye. Babaları o kadar getiriyor. Bende o kadar yediriyorum. Ne yapabilirim ki?

- Vallahi komşu benden söylemesi. Yazık o yetimlere. Daha küçücükler.

Aybaşlarında Öğretmen İsmail’in eve bıraktığı harçlıklardan alınan yünlerle devamlı yeni kazaklar örülüyor, Salim’e ve Belma’ya giydiriliyordu.

Evde zaman zaman paralar kayboluyor, kaybolan paraların hesabı Suat’a kesiliyordu. Bu yüzden babasından okul dönüşlerinde ya sopa yiyor, ya da çeşitli cezalara maruz kalıyordu. Suat olanların gerçek yüzünü babasına söyleyemiyordu. Çünkü bu sefer de Kerime kardeşlerini dövecekti. Onları dövülmelerine de dayanamazdı.

Artık evin tadı da kalmamıştı. Ara sıra Kerime’nin yaptığı şikayetlerden rahatsız olan babaları işi aile kavgasına kadar götürüyordu. Hatta bu yüzden nadir de olsa Kerime’nin bir gözü morarıyordu. Suat, Kerime’nin baskıları yüzünden sık sık evden kaçıp ablasında   kalıyordu. Suat’ın olmadığı günlerde de evden paralar kayboluyor, bu sefer iş Aslı’nın üzerine kalıyordu. Artık şikayetler iyice artmıştı. Yine bir günün ardından yeni şikayetler oldu. Öğretmen İsmail çok  sinirlenmişti. Şikayetlerin nereden kaynaklandığını iyi biliyordu. Ama açıklayamıyordu. Hep ya sabır çekiyor, kaderine razı olmaya çalışıyordu. Gece yarısına kadar dişlerini gıcırdattı durdu. Gece çocuklar  yattığında, yatak odasından sesler yükseldi.

Öğretmen İsmail,

- Bak hanım. Geldiğin günkü Kerime yok artık. Nedenini bilmiyorum ama, ben seni zorla bu çocukların üzerine getirmedim. Bunlar benim çocuklarım. Bunları ben yollarda da bulmadım. Bunları bir yerlere de atamam. Bu yetimlere iyi davran. Bak senin de çocukların oldu. Bu çocukları düşün. Bu yaptıkların sonra burnumuzdan fitil fitil çıkar.

- Ne yapmam gerekiyor, İsmail. Bu günlere kadar yemedim yedirdim. Kimseye ben bunların üvey anasıyım demedim. Onlar da bundan sonra kendi işlerini kendileri yapacak. Ben daha ne yapabilirim. Yaramazlık yapıyorlar, hırsızlık yapıyorlar, evi pisliyorlar, Dayanamıyorum artık.

Fısıltı halindeki bu aile kavgası bazı geceleri sabahlara kadar sürer, öğretmen İsmail’in  gözleri kıp kırmızı olmuş halde uykusuz okula giderdi.

Kerime, hiç bir şey olmamış gibi yine sabah hanım hanımcık kalkar, hazır kahvaltısını yapar, evin temizlenip, temizlenmediğini kontrol eder, donra da çeyiz sandığını açar, elini kenarından ta dibine kadar sokar, oradan bir şeyler alır, Belma’nın yanına gelirdi.

Belma’nın saçlarını tarayıp, üsten bağladıktan sonra, sandıktan çıkarttığı şeyi gizlice cebine yerleştirir;

- Sakin onlara gösterme ha… Gelirken de kardeşine simit getir olur mu? Derdi.

* Devam edecek...

Önceki ve Sonraki Yazılar