19 MAYIS’I KUTLAMA BİLİNCİ…

Yıl 1911...

Libya, Bingazi’deki savaşı izleyen bir Fransız gazeteci şöyle yazıyor:

• Mustafa Kemal gerçekçiydi. Parlak projeler, göz kamaştırıcı ve gösterişli her şey, onda güvensizlik yaratırdı. Çarpıcı fikirler (!) onu etkilemezdi. O’nun amacı, açık ve netti... İnce hesaplar ve uzun sorgulamalardan sonra karar verirdi. “Yaklaşık” ve “Genel” ile yetinmez, sağlam esaslar ve rakamlar isterdi… İşte, Mustafa Kemal’in bu tutumu ve kişiliği, imkansızın başarılmasını sağlamış ve Sevr’i, Lozan’a bu yolla, bu yöntemle dönüştürmüştür. Bu süreç, teslimiyetçilikle kararlılık arasındaki mücadelenin öyküsüdür.!..

Sevr Antlaşması  koşullarında kararlı olabilmek, ancak derinlemesine bir akılcılığın ve sağlam bir karakter yapısının eseri olabilirdi...

Şartlar bir yabancı yazarın dili ile oldukça zorluydu:

• Büyük güçler kamp ateşinin etrafında aç gözlerle fırsat kollayan kurtlar gibiydi… Çünkü Türkiye, doğası gereği zengin, emperyalizm ise, oburdu...

İşte bu koşullarda Ferit Paşa, sadrazamlığa (başbakanlığa) getirilmişti.

İngiliz yüksek komiseri amiral Richard Webb, Damat Ferit Paşa’nın iktidarı eline alır almaz kendisini ziyarete gelerek, şu sözleri söylediğini aktarıyor:

• Şahsım ve padişah efendimizin tüm ümidi Allah’tan sonra İngiltere’de toplanmıştır... Lütfen bu mesajımı İngiltere hükümetine iletiniz...

Tam bu tarihlerde Mustafa Kemal Paşa ise, Samsun’a çıkmış, halkın [Bağımsızlık Savaşı için] örgütlenmesi çalışmalarına başlamıştı bile...

Mustafa Kemal Paşa, 3 Temmuz 1919’da Erzurum Kongresi’ni açış konuşmasında şöyle diyordu:

• Tarih, bir milletin kanını, hakkını, varlığını hiçbir zaman inkâr edemez. Dolayısıyla, böyle bir batılın arkasından vatanımız ve milletimiz aleyhine verilen hükümler iflasa mahkûmdur...

• Memleketimizde çok miktarda yabancı parası ve birçok propagandalar cereyan ediyor. Bundaki gaye pek açıktır ki, , millî hareketi yarıda bırakmak, millî emelleri felce uğratmak ve vatanı işgal gayelerine ulaşmaktır.

• Bununla beraber her devirde, her ülkede ve her zaman olduğu gibi, bizde de kalbi ve sinir sistemi zayıf insanlarla beraber, refah ve şahsî menfaatlerini vatan ve milletin zararında arayanlar vardır… Zayıf noktaları arayıp bulmakta pek usta olan düşmanlarımız, ülkemizde bunu adeta bir teşkilat haline getirmişlerdir. Fakat mukaddes gayesi için çırpınan tüm millet, bunları mutlaka süpürecektir...

Yine aynı tarihlerde Lord Curzon’un Fransız dışişleri bakanı Pichon’a 10 Kasım 1919’da yazdığı satırlar da oldukça önemlidir:

• Önümüzdeki ilkbahara kadar karşımızda, bizim empoze etmek isteyeceğimiz türden bir anlaşmayı kabul edecek kimsenin kalmaması büyük bir olasılıktır... Düşmanlarımız arasında en zayıf ve perişan durumda olan Türklerin, netice olarak zaferi kazanması anlamına gelebilecek bu gelişme, ciddi bir kepazeliktir...

Belki de o günkü  koşullarını en iyi ve objektif olarak Churchill’in şu satırlarında görebiliyoruz:

• Türk, kötü yönetim yüzünden, bitmez tükenmez felaketler ve harplerle çökmüş, çevresinde imparatorluğu paramparça olmuştu. Fakat o hâlâ canlı idi. Göğsünde, dünyaya meydan okumuş ve yüzyıllar boyunca bütün istilacılara karşı başarı ile mücadele etmiş bir ırkın kalbi çarpıyordu. Dünyaya düzen verecek adamlar, Paris’in duvarları kumaş kaplı, yaldızlı salonlarında toplanmışlardı. İstanbul’da müttefik filolarının topları altında çalışan bir kukla hükümet bulunuyordu. Lakin Türk’ün anayurdu Anadolu’nun sarp tepeleri üzerinde bir avuç insan kaderlerinin bu şekilde tayin edilmesini kabul etmiyorlardı...

 Evet, etmiyorlardı!

Ne ekonomileri vardı; ne topları, ne tüfekleri.

Ama yüreklerinde, tam bağımsız bir Cumhuriyete olan akıl dolu bir inanç taşıyorlardı.

Yollarını uygarlık, akıl, aydınlanma ve inanç aydınlatıyordu.

İşbirlikçi değildiler!..

Teslimiyetçi değildiler.

“Ver-kurtul” mantığından eser yoktu bilinçlerinde...

şündüler, birleştiler, güçlerini birbirine ekleyip, al bayraklarını “misak-ı Milli” hudutlarına diktiler.

İşte bu noktadır Lozan!..

Bu bilinçtir; bu inanç; bu akıl ve bu aydınlanma yolunun adıdır...

Türkiye, tam bağımsız ve laik Cumhuriyeti bedavadan kazanmadı.

Bir destan yazarak, bedelini kanla, terle, bilinçle ödeyerek, söke söke elde etti.

Vatanın savunulması, her şeyden önce, bu mirasa karşı sahip olmamız gereken bir sorumluluk ve namus borcudur.

Bu gerçeği herkesin bilmesi, anlaması, bilincine yerleştirmesi gerekir.

Çünkü bu borç, ancak böyle ödenir.

Ve 19 Mayıs 1919’da başlayan “Tam Bağımsı Milli Devlet” yürüyüşünün yıl dönümü de ancak, bu yöndeki bir bilince sahip olmakla kutlanabilir.

Önceki ve Sonraki Yazılar