Bu adam senatörmüş...

 

 

* Önceki sayıdan devam

 Güneşliğin arkasındaki ehliyet ve ruhsat ile gömlek cebimden (Cumhuriyet Senatosu üyesi) yazılı kimlik kartımı çıkarıp uzattım kendisine. Elimden sertçe aldı. Göbekte bulunan silahlı dört sırması bulunan bir Astsubay’a teslim etti.

Astsubay, nedense evraklarımı fazla dikkatle inceledi. Ara sıra başını bana çevirerek dikkatlice gözden geçiriyor. Elinde bir liste var oradaki isimler arasında var olup olmadığımı kontrol ediyor. Çocuklar arka koltuktalar. Kızım öne doğru eğilerek,

-Ne olacak baba. Ankara’ya gitmemize izin vermeyecekler mi? Okulumuz ne olacak? peş peşe sorular yöneltiyorlar. Ben dinlemiyorum bile. Anneleri ilgileniyor cevap vermeye çalışıyor. Aklım takılıp kalmış üç ay önceki Generallerin selam duruşlarında.

Kimlik kartımı düşünüyorum. Kırmızı kaplı altın yaldızlı idi. İçinde fotoğrafın ile nüfus cüzdan kayıtları yazılı. Kendi imzam ve (Bu kimlik kartı 5.6.1983 tarihine kadar geçerlidir) Cumhuriyet Senatosu Başkanı Sırrı Atalay imzası.

Cumhurbaşkanı, izinli ve raporlu olduğunda Sırrı Atalay vekalet ediyordu. Çeşme Boyalı Tatil Köyü’nde yazlığı vardı. Yaz başlangıcında çağırmıştı. Makam arabası ile beraberce Karaburun ilçesine gitmiştik.. Kaymakam ve Belediye Başkanı ile halk toplanmıştı. Orada yaptığımız konuşmalar geldi aklıma.

Orta yuvarlaktaki astsubay, incelemesini bitirmiş olacak ki 40-50  metre uzakta Manisa yolu üzerinde çadırlar vardı, önünde dolaşan ve bekleşen omuzları kalabalık subaylara dönerek ve esas duruşa geçerek,

- Bu adam Senatör’müş ne yapalım kumandanım ?      

Çadır önünden gelen emir;

- Tüm evraklarını getir buraya… oldu

Korku ve heyecan içinde geçen dakikalar, sanki saatlerce sürmüş gibi geliyor. Astsubay evrakları götürdü bir zaman sonra geri getirdi. Arabamın yanına kadar sokuldu. Şoför mahalli cam önünde bulundurduğumuz TBMM mühürlü kırmızı levhayı göstererek,

- TBMM mi kaldı. Kaldır onu oradan! diyerek elinde bulunan evraklarımı açık olan pencereden üzerime fırlatarak,

- Yürü !…bas !… dedi çekip gitti.

Alaşehir yol ayrımına kadar, arabamız içinde çıt çıkmadan gitmişiz. Ailecek muhatap olduğumuz sözlerin etkisinde kalmışız. Afyon’dan nasıl geçtiğimizi bile hatırlamıyoruz. Köroğlu Beli’ne geldiğimizi hatırlıyorum.  Çocuklarım arkamdan seslendiler.

- Baba, her zamanki gibi çeşme başında dursak dinlensek hava alsak olmaz mı? dediler. Benden önce eşim yanıt verdi onlara.

- Hazırladığım börekler ve kurabiyeler var. Çay ile onları yiyeceğiz. Dedi usulca. Çeşme başına vardığımızda pek çok araç vardı. Münasip bir yere park ettik. İndik aşağıya. Temiz havada kollarımızı açıp kapadık. Öfkeyle, kin ile orman idaresinin yaptığı ahşap masalardan birisine oturduk. Aysel bana dönerek,

- Şu çeşmeye kadar git. Elini yüzünü yıka, yüzündeki gerginlik gitsin. Daha yolun yarısındayız sağlıkla evimize ulaşalım. Gemimiz yok ki denizde batmış olsun.

Kızım araba bagajından getirmiş olduğu börek ve kurabiyeleri gazete üzerinde sergileyince temiz havada açlığımız aklımıza geldi. Çaylarımızı yudumlayarak kahvaltı gibi karnımızı doyurduk. Bazı olayları unuttuk galiba.

Gün ola, devran ola. Üç ay önce üç ay sonra. İnsanoğlu yaşayarak görüyor yaşamı. Yoldan neyin geleceği ne ile karşılaşılacağı belli olmaz.

Bugün ben hayattayım, halkım ile birlikte yaşıyorum. Onların arasındayım. Bana karşı öfkeli olduklarını görmedim. Ressam olan Bodrum’da Marmaris’te yaşıyor. Televizyonda, basında o dönem anılarını dinliyoruz ve okuyoruz. Ne yapmış bir keresinde. Gittiği ilin valisini arabasına almış, ağzını koklamış oruç tutup tutmadığını, kokusundan anlamış. Arabayı durdurup dağ başında indirmek istemiş.

Devlet adamlığı pazarda satılmıyor ki, satın alıp yakasına yapıştırasın.

Aklıma gelmişken sorayım. Bir zamanlar basında yayınlanmıştı. Dünyanın en zengin 10 generalleri arasında ismi geçen Tahsin Şahinkaya nerede ve kimlerle yaşadığını bileniniz var mı? Halk için, TBMM kapatan devleti ve yönetimi el koyan bu generalimiz halkımızla beraber mi acaba?

Ankara’da evimize ulaştık.

Sakin bir kafa ile düşünmeye başladım. 1980 yılı yaz günleri, ülkemiz insanları üzerine sanki karabasanın çöktüğü zamanlar. Hatırlamak bile istemiyorsunuz. Çoğu genç insanların sokak ortasında kurşunlanıp öldürüldüğü günler. Bir sağdan bir soldan. Sanki tek bir odaktan yönlendiriliyorlar. Cami avlularında ağıtlar. İntikam yeminleri. Çatışmalar. Acı haberler. Televizyon açmaktan korkan insanlar. Yılgınlık toplumun bütün kesimini sarmıştı.

TBMM de Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde bir türlü sonuç alınamıyor. Günde üç tur oylama seçilme için gerekli olan sayı bulunamıyor. Umutsuzluk sinmiş herkesin içine. * Devam edecek

Önceki ve Sonraki Yazılar