ŞEREF PINARBAŞI

ŞEREF PINARBAŞI

DÜNYA BARIŞI

 

Barış deyince ilk akla gelen düşünce, insanların birbirleri ile kavga etmeden ve de tam tersine dayanışarak, biri diğerinin yaşamını kolaylaştırarak yaşamak akla gelmektedir.

Her kavramda olduğu gibi,  bir de barışın türleri vardır. Örneğin; insanın kendisi ile barışıklığı, insanın insanlarla yani toplumla barışı, insanın doğa ile barışı gibi türleri de vardır. Ama barış sözcüğü insan türünün dışında başka hiçbir varlık için geçerli değildir. Öyle söylense bile, yani hayvanlar barışık yaşamalı ya da yaşıyorlar denmesi mecazdır. İnsanlar bir benzetme ile kendi davranışlarına fren yapmaktadırlar.

Doğal yaşamda barış diye bir kavram yoktur. Olması da mümkün değildir. Nedeni ise doğada her bir tür matematiksel dengelerle kurulumunu yapmış ve yapmaktadır. Örneğin; aslanlar, kaplanlar kısaca etçil hayvanlar bir başka hayvanları yiyerek beslenirler. Eğer beslenemezlerse ölürler ve yok olurlar. Bunun gibi, su 2 hidrojen ve bir oksijen (H2O)  elementlerinden olmuştur. Bu sayı değişmez, değişirse başka bir şey olur.

Ya insan nasıl bir varlık ve oluşumu nasıldır? Yukarıda görüldüğü gibi her madde kendi oluşumunu doğanın izni ölçüsünde sürdürebildiği halde insan bunlardan ayrı olarak doğaya aykırılığı sonucu insan olmuştur. Örneğin; insanın kanadı olmadığı halde insan uzay boşluğunda yıllarca uçmakta ve incelemeler yapmaktadır. Kendi varlığını tek tanıyan canlı insandır. Kendi oluşum ve gelişim sürecine tek katkı insan tarafından yapılmaktadır. Tanıdığımız doğada bulunan her türlü madde ve her tür canlıyı kendi güdümüne alarak kullanabilmektedir. Toprağı, suyu, havayı ve ateşi doğaya karşın terbiye ederek kullanabilmektedir. Doğaya kafa tutan ilk karşıtlar, Havva ve Premetus sayesinde bitkileri ve ateşi ıslah ederek yaşamımızın can simidi haline getirmişiz. Yani Havva tanrıya karşı gelerek yasak meyveyi yemeseydi, premetus tanrılardan korkarak onların ateşini çalmasaydı, herhalde bizler bugün koyunlar gibi doğada birilerine teslim, onların izninde sürüler halinde altımıza ederek yaşar olurduk. Tabii buna yaşamak denirse.

Amma velakin doğayı aşarak uygarlığımızı geliştirdiğimiz bu noktada bir tür olarak insanlar kendi aramızda geçinemeyip savaşlar etmekteyiz. Oysa bizim uygarlığımızın tek gelişme nedeni insan olarak dayanışma ile mümkün olmuş ve olmaktadır. Klan aile döneminden yani on iki bin yıldan beri insanlar arası ilişkimizi, insansal değerler bazında yükselttiğimiz oranda bu kavgaları azaltmaya ve dayanışmaya çalışmaktayız.

Uygarlığımız geldiği bu noktada, tek dünya olduğunu, biz insanların tek dünyayı paylaşmak zorunda olduğumuzu kavramış bulunuyor ya da anlatmış bulunuyoruz.

Tüm insanların bunu anlayıp insanlığın tümünü bir tek dünya devleti içinde, ilkeli ve eşit haklar içinde üretim, dağıtım ve tüketim yaparak, adalet, özgürlük içinde düzenini kurarak yaşatacak, ya da yok olup gidecektir. Çok değil 19 ve 20. yüzyıllar insanların büyük kavgalar çıkararak yok olmakla burun buruna geldiği asırlardır. Bu çağlar insanları sosyolojik anlamda ırksal ve dinsel adacıklara ayırma zirveye taşınmıştı. İnsanlar türdeşini bu denli parsellere ayırmanın bedelini 21. asırda ağır bir şekilde ödeyeceğe benzemesi bir yana, kesinlikle 21. asır insanlığın yok olma dönemi olabilir.

İşte bu gerçeği kavrayıp, tüm dinsel ve ırksal adacıklardan vazgeçip, tek dünya devletini kurarak adalet, özgürlük ve eşitlik içinde insanca dayanışarak yaşayıp gideceğiz. Yani kısaca Dünya barışını gerçekleştirip ya yaşayacağız, ya yaşayacağız.

Bu arzumu sadece dilemekle kalmıyor, gerçekleşmesi için elimden gelen her türlü olanağımı kullanıyorum. Tüm insanları da bu uğurda çabaya davet ediyorum.

Önceki ve Sonraki Yazılar