EGEMENLİK KİME AİTTİR?..

Bir ülkenin dış politikası, o ülkenin ulusal çıkarları doğrultusunda belirlenir…

Daha doğrusu, belirlenmek zorundadır.

Hükümetler, öncelikle ülkelerinin ulusal çıkarlarını tespit ederler… Ve sonra da bu çıkarların gerektirdiği politikaları üretirler…

Ya da böyle yapmak zorundadırlar.

Peki, bir ülkenin dış politikası o ülkenin ulusal çıkarları doğrultusunda belirlenmiyorsa ne olur?..

O ülkenin başı belaya girer ve sürdürdüğü politikalardan [halk için] hiçbir yarar üretilemez.

Bu nitelikteki politikaları o ülkenin başına musallat eden hükümetler ne olur?..

Demokratik ve uygar ülkelerde ilk seçimlerde iktidarı kaybeder ve ülkenin tarihsel geçmişindeki bir hatıra olarak gelecek kuşaklara hikâye edilir…

Ya bizim ülkemizde durum vaziyeti ne merkezdedir?

Ülkeyi yöneten bugünkü hükümet, gelecek kuşaklara, “di’li geçmişin hikayesi” olarak anlatılabilecek midir?

Hiç sanmıyoruz!

Ülkenin yaşadığı siyaset çizgisini dikkatli bir gözle izleyenler, bugün Türkiye’yi yöneten güçlerin vakti geldiğinde, sandıktan çıkamadıkları bir ahvalde, şapkalarını alıp, muhalefet sıralarına oturacaklarına hiç, ama hiç ihtimal vermemektedirler…

Bu kadro, demokratik bir seçim sonrasında nöbeti yeni seçilen kadrolara devredebilecek nitelikte görünmemektedirler.

Çünkü hazırlıklar, bu yönde yapılmaktadır.

Polis kadroları  olağanüstü genişletilmekte, ağır silahlarla donatılmakta ve bir yandan da, genelkurmay başkanımızın deyişi ile, Türk Silahlı Kuvvetleri üzerine a-simetrik psikolojik savaş uygulanmaktadır…

Öte yandan yargının bağımsızlığı ortadan kaldırılmakta ve yargı gücü iktidarın egemenliği içine çekilmektedir.

Zaten tek başına iktidar olmakla yasama gücü de iktidar gücünün yönetimi içindedir.

Dolayısıyla, birbirlerinden ayrı ve bağımsız olması gereken üç “erk”in ikisi, bir tanesinin egemenliği içine yerleştirilmiş bulunmaktadır.

Başka bir deyişle hükümet, yargı ve yasama gücünü tek elden kullanmakta ve siyasetini bu egemenliğin daha da pekiştirilmesi yönüne doğru yöneltmiş  bulunmaktadır.

Bir ülkenin çağdaş  bir demokrasi ile yönetilebilmesi için, yasama, yürütme ve yargı erklerinin birbirlerinden tamamen bağımsız olarak çalışabilmesi ve birbirlerinin yetki ve sorumluluk alanlarının dışında kalmaları gerekmektedir…

Demokrasinin karşıtı  olan dikta rejimleri, hükümetin yargı ve millet meclisinin iradesine egemen olması ile kurulur…

Şöyle bir Ankara’ya gözlerinizi çevirdiğinizde Erdoğan hükümetinin [ve hatta bizzat Tayip Erdoğan’ın şahsının], meclis iradesini keyfince kullandığını ve yargıya istediği baskıyı uyguladığını görebilirsiniz…

Bir yandan milli irade şampiyonluğu yapan bu iktidar sahipleri, “egemenliğin kayıtsız şartsız millete ait olduğu” ilkesinin duvarlarında yazılı olan Millet Meclisi’ne tek başına egemen olarak, Türkiye Cumhuriyeti’nin egemenlik hakkını Avrupa Birliği’nin çıkarları doğrultusunda feda edebilmektedirler…

Oysa milli irade, milletin vazgeçemeyeceği en temel hakkıdır…

Ve bu ülkenin egemenlik hakkı, vazgeçilmesi mümkün olmayan bir diğer temel esastır…

Önceki ve Sonraki Yazılar