EĞİTİM SİSTEMİMİZ

 


 

Balkonda oturuyordum. Karşı apartmanın önündeki boşlukta 5-6 yaşlarında bir grup çocuktan ikisi, karşılıklı tuttukları ipi çeviriyorlar, diğerleri de neşe içinde atlıyorlardı. Bir hanım öğretmen, normalden daha küçük otomobiliyle geliyordu. Çocukların oyun alanından geçmek istiyordu. Korna ile çocukları uyardı.

“Ben oradan geçeceğim, çekilin," diyordu. Çocuklar oyunu durdurdular. İpi yukarıya doğru kaldırdılar. "Buyrun geçin, sizin aracınız ipin altından geçebilir" diyorlardı.

Hanım öğretmen çocukların iletisini algılayamadı, tekrar uyardı.

Çocuklar, hanım öğretmenin iletilerini algılayamadığını algıladılar. İpi biraz daha yükseğe kaldırdılar. Hanım öğretmen durumu algılamıştı.

Aracıyla tünelden geçer gibi ipin altından geçti. Çocuklar neşe içinde, kaldıkları yerden oyunlarına devam ettiler.

Çocuklarımız, doğuştan öyle yaratıcılar ki...

Onlar her şeyi toptan ve yalın görüyorlar. Hayal dünyaları çok geniş, olasılık bahçeleri çok zengin. Hiç bir kalıbı tanımıyorlar. Dolayısıyla ön yargıları yok.

Ama biz, doğdukları günden itibaren  onları kendi kalıplarımıza sokmaya çalışıyoruz. Bizim gibi davranmalarını, bize benzemelerini, kurallarımızı eksiksiz benimsemelerini istiyoruz.

Üstelik  bunları onları yetiştirmek adına yapıyoruz.

Aynı kalıplama, okulda da devam ediyor. Onları matematikte onluk sisteme hapsediyoruz. Başka sistemlerde düşünmelerini engelliyoruz. Oysa, onluk sistemin dışında 2'lik, 3'lük, 4'lük, 5'lik sistemler de var.

Resim derslerinde sık sık uyarıyoruz. "Ağaçların gövdelerini kahverengiye, yapraklarını yeşile  boyayın. Denizin rengi mutlaka mavi olsun."

Kalıplamayı öyle ileriye götürüyoruz ki, bir daire çizip, "İçini boyayınız, sakın dışına çıkmayınız." diyoruz.

Oysa, resim öğretiminden amaç, ressam yetiştirmek değil, çocukların hayal dünyalarını geliştirmek, daha geniş, daha farklı bakabilmeleri için ortam yaratmaktır.

Aynı kalıplama toplumda da sürüyor. Kalıbın dışına çıkanları "Anormal" ilan ediyoruz. "Ahmak, aptal" yaftalarını yapıştırıyoruz.

Bu toplumsal baskılamaların sonucudur ki, insanlarımızın saç ve bıyık biçimleri aynı, imzaları bile taklit, kimliksiz. Özgünlükleri hiç yok. Farklı düşünceyi kabul edemiyor, tek düzeliği seviyor, kendisi gibi düşünmeyenleri değersiz buluyor.

Mekanik düşünme modelinden başka düşünme modellerini algılayamıyor.

Trafikte hala, dönerken sinyal veriyorlar.

Bu yüzden RUSSO, yüzyıllar öncesinden "Çocukları doğaya bırakalım, özgürce yetişsinler" diyordu.

En büyük okulun "Aile Okulu" olduğunu düşünüyorum. Çocuklar ilk deneyimlerini ailelerinden öğreniyorlar. Kişiliklerini büyük ölçüde ailelerinden kazanıyorlar. Bu yüzden çocukluk dönemi çok önemli.

Çocuklar müthiş bir gözlemci. Onlara verdiğimiz nasihatların hiç önemi yok. Önemli olan, "YAPTIKLARIMIZ".

Anne- babalar çocuk yetiştirme konusunda bilinçli olurlarsa, çocuklar travmasız, yaratıcı olarak yetişeceklerdir.

Anne-baba güler yüzlü olurlarsa, çocukları da sevecen ve güler yüzlü olacaklardır. Mutlu olmayı bileceklerdir. Tersi durumda da, asık yüzlü ve mutsuz olmayı öğreneceklerdir.

Anne-babalık, belki, Dünya'nın en zor mesleği. Annelik  ve babalık, yaşanılarak öğreniliyor.

Hatalar düzeltilmezse, tıpkı fotokopi çeker gibi kuşaklar boyu devam ediyor.

Ama ne kadar bilgi sahibi olursak, o kadar başarılı olabiliriz. Sorunsuz, sevecen, gülmeyi ve mutlu olmayı bilen, hoşgörülü kuşaklar yetiştirebiliriz.

Gerçek anlamda barış ve demokrasiyi bu kuşaklarla kurabiliriz. Devletleri yönetenler istemeseler bile...

Özetle; çocuklarımız doğuştan tertemiz beyaz bir kumaş gibiler.

Üzerlerinde hiçbir leke, iz yok. Eğer kirleniyorlarsa, biz kirletiyoruz. Ben onları, "Bitki Filizlerine" benzetiyorum. Büyümeye ve gelişmeye çok yatkınlar.

Lütfen, "Bu nazik, nadide, özgün filizleri" kırmayalım, yaratıcılıklarını öldürmeyelim. Tam tersine, özgürce gelişmelerine, boy vermelerine, serpilmelerine fırsat verelim, ortam yaratalım.

Unutmayalım, çocuklarımız nasıl olurlarsa olsunlar, onlar bizim eserimizdir.


Yazıyı bir ormancı fıkrası ile bitirelim.


Bir ormancıyı bir okula müdür yapmışlar. Öğrencilerden birisi korku ve telaş içinde koşarak müdüre gelmiş:

- Hocam, topluiğne yuttum., ne yapayım?

Müdür; gayet sakin, rahat bir tavırla:

- Hastaneye git, demiş.

Öğrenci, panik içinde hastaneye gitmek üzere koşmaya başlamış.

Müdür gene rahat ve sakin bir tavırla:

-İzin aldın mı? demiş.

Önceki ve Sonraki Yazılar