ÖZCAN PEHLİVANOĞLU

ÖZCAN PEHLİVANOĞLU

FRANSA’DA İMZALAR TAMAM...

   

Türk Milleti, bir süredir Fransa ile Türkiye arasındaki gelişmeleri izliyor. Bunun sonucunda bazen gaza da gelerek isyan ediyor. Hatta Tayyib Bey, bir adım daha ileri giderek, tartışmayı, Fransa’da yasalaştırılan soykırım yasasının arkasında, İslam düşmanlığının olduğunu söylemeye kadar götürdü. Ancak başbakanımızda bilir ki; Avrupa’nın İslam düşmanlığı Ermenilerden ziyade İslam’ın doğuşuna kadar gider. O kadarda abartmaya gerek yok. Ama ikinci bir “one minute” yaratılacaksa işte ona dur derim…

 

Halbuki Türkiye ile Fransa arasında yüzyıllardır sürdürülen köklü ilişkiler sebebiyle, aramızda bizi hayrete düşürecek pek fazla bir şey yok. Bütün gelişmeler, dış politikanın doğasında mevcut olan şeyler.

Dünyanın belli başlı ülkeleri ki; buna Fransa’da dahil, uluslararası hedeflere sahiptir. Bu hedeflerin tahakkuku için bazen mütekabiliyeti kendi lehine çevirmek gayesiyle, karşısında yer alan ülkenin yumuşak karnına saldırmak mübah olur. Bu seferde böyle olmuştur ve Fransa yüzlerce yıllık kadim dostu Türkiye’ye yumuşak karnından saldırma cihetine gitmiştir. Bu nedenle karşımızda koskoca Fransa devleti ve onun bizim üzerimizdeki yüce menfaatleri varken, meydana gelen olayların faturasını, tek başına Sarkozy’e kesmek, ona haksızlık olur diye düşünüyorum.

 

Türkiye ile Fransa’nın ilişkileri ve bunun sonucunda oluşan menfaat birliktelikleri, çok eskiye dayanmaktadır. Böyle olmasına rağmen, bir seçim öncesi; Fransa Anayasası ile Fransa’da kabul gören düşünce özgürlüğüne aykırı bir yasayı meclise getirmekte neyin nesi oluyor? Esas aydınlatılması gereken husus budur. Bunu sadece Sarkozy’nin, Ermeni seçmenleri kazanmak için yaptığı bir atak olarak yorumlamak mümkün değildir. Üstelik AFP ajansının haberine göre, soykırımı inkar yasası iptal edilirse, Sarkozy yeni bir yasa tasarısı sunabilirmiş. Bu ısrarın arkasında sadece bir seçim kazanmak olamaz.

Stratejik müttefik veya ortak olup olmadığı konusunda bir türlü karar veremediğimiz ABD’de de, tıpkı Fransa gibi her nisan ayında buna benzer bir kâbusu yaşarız. Türkler Fransa sokaklarını arşınladıkları gibi protesto için Washington’da Beyaz Saray’ın önünde bağırıp dururlar. Nisan ayında gerilen ABD – Türkiye ilişkileri, mayıs ayı ile yaz havasına girer ve tüm buzlarda anında erir(!) gibi olur…

 

Bir de bunlara Arap Baharı ile birlikte hükümetimizin başı R.T. Erdoğan’ın, rahmetli Kaddafi ile Esad’a yüklenmesi ve İsrail’e “one minute” kükremeside eklendi.

Siz istediğiniz kadar İsrail’e “one minute” diye seslenin. Bu hitap, İsrail ve Yahudilerle iç içe geçtiğiniz girift ilişkilerin varlığının gerçekliğini değiştirmez.

 

Türkiye’nin varlığı, dünyanın hakim güçleri olarak nitelendirebileceğimiz ülkelerin hukuki kabulü(Lozan Anlaşması) ile onların bizden beklediği menfaatlerin bir şekilde tatminine bağlıdır. Onun için Fransa’nın da dahil olduğu ABD, İngiltere, Almanya, Rusya, İsrail gibi ülkeler için Türkiye; hem bir kazanç kapısı hem de dünyanın geniş bir coğrafyasında büyük bir denge unsurudur. Bu denge onların menfaatleri için korunması gereken bir husustur. Bunu bozmak, dağıtmak veya zayıflatmak şimdilik işlerine gelmeyebilir. Buna karşılık bir kıl koparmanın kar olacağı düşüncesiyle, Türkiye’yi sıkıştırıyor olabilirler.

Onun için ne soykırımı inkar yasasının ne de “one minute” in, bu gibi ülkelerle ekonomik ilişkiler aynen hatta artarak devam ettiği müddetçe pek bir önemi yoktur. Demek ki dün olduğu gibi bu günde, Türkiye’ye “hem seni sömürmeye hem de tokatlamaya devam ederiz” demeye getiriyorlar. Fransa’da soykırım yasasını Anayasa Mahkemesi’nde iptal ettirmek için yeterli imza toplanmışsa, Fransa’nın derinlerinde bir şeyler olmuş demektir. Aksini düşünmek bizi Fransa’nın muz cumhuriyeti olduğu sonucuna götürür ki; her halde öyle değildir.

 

Bütün bunlara karşılık bizim ortalama vatandaşımız; dış politikada ki flaş gelişmeleri bir kahramanlık destanı olarak algılamakta ya da bunlar üzerinden destan yazmaya kalkmaktadır. “Son Paris Zaferi” gibi… Halbuki bu işlere kafa yoranların hepsi bunun böyle olmadığını bilir. Elbette Paris Büyükelçimiz Tahsin Burcuoğlu ile Avrupa Konseyi Parlamenter Meclis Başkanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun gayretlerini yadsımıyorum. Ancak Fransa istemezse değil bir imza almak bir virgül bile koyduramazsanız.

Türkiye’yi yönetenler ise daima dış politikadaki gelişmelerin, Türkiye’deki iç politikada prim yapması için destansı bir havaya bürünmesinden büyük memnuniyet duymuştur. Nihayetinde Türkiye’deki iktidarları politize olmuş vatandaştan ziyade, kararsızlığını son ana kadar koruyan sıradan vatandaşlar belirlediğine göre, dış politikadaki gelişmelerin iç yüzünü tüm çıplaklığı ile kamuoyunun önüne dökmek gerekir diye düşünüyorum.

 

Gelin isterseniz başta Fransa ve İsrail olmak üzere ABD, İngiltere, Almanya, Rusya gibi ülkelerin Türkiye’deki yatırımlarına, maden işletmelerine ve ülkemiz üzerinden elde ettikleri kazançlara ve bunları korumak ile artırmak için gösterdikleri çabaya bir bakalım. O zaman Fransa tarafından yapılmak istenilenleri ve de yapılan tornistanı daha iyi anlayabiliriz.

Onun için siz siz olun aman sakin olun. Kimsenin dolmuşuna gelmeyin. Hep Türk Milleti ve Türkiye Cumhuriyeti için düşünmeye çalışın. Yoksa ülkemizin zenginliklerini kullanamayan ve bunları hep yabancılara kaptıran insanlar olarak kaybeden yine siz olursunuz. Son söz; destanlara değil gerçeklere bakın…

Önceki ve Sonraki Yazılar